Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Herkesin hırsız olduğu ülke

Hep merak ederim. Türkiye, bunca ekonomik dengesizliğe, bunca çalıp-çırpmaya ve yağmaya rağmen nasıl hâlâ ayakta durabiliyor? Nasıl olur da, dünyanın benzer ülkelerinde büyük ayaklanmalara yol açan olayların benzerleri, biz Türklere vız gelip, tırıs gidiyor?

Yıllardır aradığım cevabı sonunda Italo Calvino’nun bir öyküsünde buldum.
Italo Calvino, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günlerde Santiago’da doğmuş bir İtalyan.
Garip ve alaycı üslubuyla, alegori ve fanteziye dayanan öyküleriyle 1950’lerden sonra İtalyan edebiyatının en önde gelen isimlerinden birisi oldu.
Ölümünden sonra da daha çok gençlik yıllarında yazdığı, ama yayımlayamadığı öyküleri ortaya çıktı.
Calvino, bu kitaptaki öykülerinden birinde, hayali bir ülkeden söz ediyor.
Bu ülkede yaşayan herkesin tek bir işi var: Hırsızlık.
Gece olup, el ayak çekilince bu ülkenin insanları, maymuncuklarını ve el fenerlerini alarak işe çıkıp, komşularının evlerini soyuyorlar.
Sabahın ilk ışıklarıyla herkes bir çuval dolusu çalıntı malla geri dönüyor ve evlerini soyulmuş olarak buluyor.
Böylece herkesin mutlu olduğu (çünkü herkesin gelir getiren bir işi var) ve kimsenin kaybetmediği (çünkü gece çalınan malların yerine kendi çaldıkları malları koyuyorlar) bir hayal ülkesi ortaya çıkıyor.
Eğer içlerinden bir tek namuslu insan çıkacak olsa saadet zinciri kırılacak. Çünkü bu durumda bir kişi daha fakir olurken, bir başka kişi daha zengin olacak.
Böyle olunca bir kişi daha fakir oluyor, çünkü o çalmadığı halde kendi evini soyulmuş buluyor. Bir kişi de daha zengin oluyor, çünkü hem kendi evi soyulmuyor, hem de eski mallarının üzerine namuslu vatandaşın malları da ekleniyor.
Diğerleri için bir şey değişmiyor çünkü onlar hem soyup, hem soyuluyorlar.
Sistem bir kere böyle bozulmaya başlayınca da ülke doğal olarak bir sarsıntıya girecektir. Bu durumda bir sosyal patlamanın da olması kaçınılmaz.
Sosyal patlama ya her şeyi eski haline döndürmeli (yani herkes yeniden hırsız olmalı), ya da yepyeni bir düzene yol açmalı (yani kimse artık hırsızlık yapmamalı.)
Şimdi Italo Calvino’nun hayali ülkesini bırakıp, benim hayali ülkeme dönelim.
Benim hayali ülkemde ise herkes ‘işini biliyor.’
Bu ülkede de sistem ‘hazinenin yağmalanması’ esasına dayalı olarak yürüyor.
Kimse çalışıp, kazandığının vergisini doğru dürüst ödemediği için ülkenin hazinesi tesadüfen bir araya gelen paralardan oluşuyor.
Paraların belli bir sahibi olmadığı için de herkesin elini uzatıp, istediği kadarını hazineden alması mübah sayılıyor.
İşadamları ve tüccarlar ne kadar isterlerse o kadar vergi ödüyorlar.
İşçiler ve memurlar ise resmen elde ettikleri kazancın vergisini veriyorlar, ama rüşvetle ya da ikinci bir iş yaparak kazandıkları paraların vergisini asla ödemiyorlar.
Hatta zaman zaman işadamları ile işçiler arasında maaşların daha düşük gösterilerek verginin az ödenmesi, geri kalan maaşın el altından verilmesi gibi garip anlaşmalar da yapılıyor.
Köylüler ve esnaf ise kalabalık oldukları için vergi ödemiyorlar.
Hazinede nasıl olduysa toplanan paranın bir bölümü teşvik, vergi iadesi, kredi gibi adlar altında işadamları ve tüccarlara geri ödeniyor.
İşçiler ve memurlar da hiç çalışmadıkları, adam gibi üretim yapmadıkları halde zaman zaman bağırıp çağırarak hazineden ufak tefek parçalar koparabiliyorlar.
Köylüler ise bütün sene oturup, yılda bir defa devletin kendilerine hazineden ne dağıtacağını bekliyorlar. Bu para onlara ürettiklerinin kalitesi ne olursa olsun ödeniyor. Buna da ‘taban fiyat uygulaması’ adı veriliyor.
Doğal olarak para girişi bu kadar az para çıkışı ise bu kadar çok olduğu izin hazinenin parası bir süre sonra tükeniyor.
Bu sefer daha önce hazineyi yağmalayanlardan yüksek faizle borç alınıyor. Böylece hazinede paranın bitmesi önleniyor ve yağma sürüp gidiyor.
Ne dersiniz? Benin hayali ülkemin, Italo Calvino’nun hayali ülkesinden bir farkı var mı?
Not: Son günlerdeki ‘yapısal reform’ tartışmalarını izlerken daha önce Posta’da yazdığım bu yazıyı hatırladım. Aradan üç yıl geçmiş ama bu arada bir arpa boyu yol alamamışız.