RADİKAL

İhanete nasıl tahammül ediyorlar?

Günlerdir Türkiye’yi meşgul eden ‘tacizci doktor’un eşinin gazetelere ve televizyonlara yansıyan sözleri, uzun süredir yazmayı tasarladığım bir konuyu gündeme getirmeme fırsat verdi.

Dünkü yazımda çok kısa da olsa buna değinmiştim. Doktorun diş hekimi olan eşi kocasının tahrik edildiği için bunu yaptığını, zaten yakışıklı bir erkek olan kocasının tahrike direnemediğini söylüyordu.

Kocasının ihanetini kendisine göre mantıklı bir temele dayandırıyor ve bu ‘mantıklı ihanet’ nedeniyle kocasını bırakmayacağını “Her şeye rağmen kocamın yanındayım” diye vurguluyordu.

Bu davranışın benzerlerine biz gazeteciler her gün rastlıyoruz. Zina ve aldatma olaylarının büyük bölümünde kadınlar zannedildiğinin aksine kocalarını terk etmek yerine onu savunma ve evliliklerini koruma davranışlarına giriyorlar.

Bu durumlarda genellikle ‘öteki kadın’ suçlanıyor. Kocalar ‘her tahrike kolayca kapılıveren büyük çocuklar’ gibi karılarının kanatları altına sığınıyorlar.

Toplumun büyük bir kesimi de aslında bu tür davranışları onaylıyor. Hatta böylesine bir ihanete rağmen kocasını terk etmeyen kadın ‘yuvasını kurtaran bir dişi kaplan’ gibi mücadele etme cesaretini kendisinde bulduğu için alkışlanıyor ve çevresinden destek görüyor.

İhanete uğrayan kadınların sosyal durumları, okumuşluk düzeyleri, kendi başlarına bir hayat kurmaya yetecek gelirleri olup olmadıkları gibi unsurlar bu davranışı pek etkilemiyor.

Bu davranışı açıklamak için kullanabileceğimiz ilk anahtar aşk olabilir. Seven bir kadının, sevdiğinin kusurlarını istese bile göremeyeceğinden söz edilebilir. Oysa unutmamalı ki bir erkeği diğer kadınların cinsel çekimlerine karşı koruyabilecek tek güç o erkeğin bir kadına aşkla bağlı olmasıdır. Kadın sevilmediğini bile bile bu duruma katlandığına göre, tek taraflı bir aşkın böylesine bir ihaneti mazur göstermesi ihtimali çok düşük.

Olay, kadınların tek başlarına bir hayatı sürdürmeye yetecek maddi güçleriyle de ilgili değil. Çünkü son derece eğitimli ve gelir sahibi kadınlar bile cahil hemcinsleriyle bu tür konularda davranış birliği içinde olabiliyorlar.

Geçen hafta vizyona giren “İlk Eşler Kulübü”nün oyuncularından Goldie Hawn’ın kendi rolünden yola çıkarak söylediği sözler bu konu için bir ipucu oluşturabilir. Hawn şöyle diyor: “Kadınlar tüm yaşamlarını bir erkeğin çevresinde, onun düşüncelerine göre kurmuşlar. Sonra terk edildiklerinde, birden, benim başka ne özelliklerim vardı diye düşünmeye başlıyorlar. Anneler kızlarına şunu öğretmeli: Kendini tümüyle bir erkeğe adamamalısın. Önce kendi özelliklerini öğren ve içine sindir. Tek başına yolculuklara çık, kendini ve dünyayı tanı. Taleplerini belirle ve dile getir.”

İşte bence meselenin özü bu: Kadınların büyük bölümü yetiştirilişleri sırasında yapılan hatalar nedeniyle kendileri için geçerli bir kimlik oluşturamıyorlar. Kocalarının kimliğini benimsiyor ve toplum içinde “falanca beyin eşi” olarak anılmaktan herhangi bir mutsuzluk duymuyorlar.

Evliliği tehlikeye düşüren ihanet gibi olaylarla karşılaştıklarında da ilk tepkileri, her şeyden ve hatta gururlarından bile önce bu kimliği korumak şeklinde ortaya çıkıyor.

Toplumun değer yargıları da bu durumu destekliyor. Kadının bir birey olarak kendi varlığını ortaya koyması, geleneksel değer sistemleri tarafından aşağılanıyor, olumsuzlanıyor. Kadın, kocasının kimliği ile toplum içinde varolabileceğini öğreniyor ve dolayısıyla bu kimlikten vazgeçmemek için de ihanete bile katlanıyor.

Umarım kızıma önümüzdeki yıllar boyunca kendisinin de birey olarak toplumda varolabileceğini, bütün hayatını bir erkeğin kimlik kartının arkasına saklamaması gerektiğini öğretebilirim.