Hizbullah dehşetinin Türkiye’yi çok derinden sarsacağı belliydi. Nitekim bunun ipuçları yavaş yavaş boy gösteriyor. İslamcı çevrelerdeki bazı yazarların köşelerinde başlattıkları bir tür ‘özeleştiri’ bunun bir örneği olarak kabul edilmeli.
Dünkü köşelerinde bazı İslamcı yazarlar “hatalarını fark ettiler” yorumlarından duydukları rahatsızlıkla ilk tavırlarını yumuşatmış gibi de görünseler, bugün bulundukları noktanın bile onlar için ileri ve doğru bir yer olduğunu teslim etmeliyiz.
Doğulu karakterimizin önemli özelliklerinden biri de bizden kabul ettiklerimizin yaptığı her şeyi benimsemek, benimseyemeyeceğimiz kadar kendimize uzak bulduğumuz davranış ve uygulamalarına ise ses çıkarmamak, görmezden gelmektir.
“Bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz” sözünün gerisinde de bu vardı, sokaklarda alenen adam öldürmeyi ‘faşizme karşı demokratik güçlerin direnişi’ olarak görmenin arkasında da bu yatıyordu. Adnan Hoca rezilliklerinin islamcı çevrelerde görmezden gelinmesinin sebebi de buydu.
Bu topraklar üzerinde, demokratik bir kardeşlik havasında yaşamak istiyorsak hepimizin ilk yapması gereken şey, bu eski alışkanlığımızı terk etmektir.
Terör, nereden ve kimden kaynaklanırsa kaynaklansın, kendisine hangi yüce amacı maske yaparsa yapsın terördür, aşağılık bir eylemdir ve toplumun tüm kesimleri tarafından kınanmalıdır.
Bunu kamuoyuna hoş görünmek ve eleştirileri savuşturmak için değil, gerçekten öyle hissettiğimiz için yaptığımız zaman ülkemizde demokrasinin kökleşmesi yolunda gerçekten önemli bir adım atmış olacağız.
Ülkemizde sağlıklı bir demokrasinin gelişmesinin önündeki en büyük engelin laikliği savunanlar ile İslamcı dünya görüşünü savunanlar arasındaki güven boşluğu olduğunu düşünüyorum.
Bu güven boşluğunu doldurmak, aradaki mesafeyi kat etmek de kanımca herkesten önce kendisini İslamcı olarak tanımlayanlara düşüyor.
‘Şeriat İslam demektir’ önermesinin arkasına sığınıp, dünyadaki değişik şeriat uygulamalarına karşı sessiz kalmak bir şey ifade etmiyor.
Suudi Arabistan’da, Pakistan’da, Malezya’da, Afganistan’da, İran’da ortaya konduğu biçimiyle ‘şeriat’ uygulamaları karşısında İslamcılarımız ne düşünüyor?
Onların tanımladığı düzende kadının yeri neresidir? Hayatını İslami kurallara göre yaşamak istemeyenlere bu toplumlarda reva görülen muamele karşısında ne düşünüyorlar?
Hangi uygulamanın ‘İslamın içinde’, hangisinin ‘İslamın dışında’ olduğuna karar verecek merci kimdir, bu yetkiyi nereden alıyor?
Soruları çoğaltmak mümkün ama gereksiz. Bu en temel konularda bile İslamcı çevrelerin ne düşündüklerini bilmiyoruz. Hatta bu konularda bu çevrelerde yapılmış bir genel değerlendirmeye bile rastlayamadık.
Hizbullah dehşeti ile başlara geri dönme belirtisi gösteren akıllardan, şimdi böylesine kapsamlı bir eleştiri ve özeleştiri beklemek hakkımızdır.