RADİKAL

Müzik kalır, siyaset uçar!

Atina – Oteldeki odamın balkonundan Akropolis’i seyrediyorum… Atina’nın hiç bir zaman açılmayacakmış gibi görünen trafiğinin gürültüsü büyük bir uğultu halinde 11. kata kadar çıkıyor.

Bu kadar çok korna sesini sanıyorum bir de İstanbul’da duyabilirsiniz. Yüze yakın yabancı şehir gördüm, bu ikisi kadar insanların korna çalmaktan zevk aldıkları bir başkasına rastlamadım. Sanki otomobil kornasının bir sihiri var, çalacaksın ve trafik bir anda açılıverecek.. Ama açılmıyor elbette..
Az önce, şimdi uzaktan baktığım Akropol’ü bir tablo halinde camına asmış gibi bir manzarası olan Dionisos isimli lokantadaydım. Önümdeki Çekiç balığı ızgarasını didiklerken salonu dolduran büyük gazeteci kalabalığına bakıyorum. Kim Türk, kim Yunan? Çoğunu önceden tanımasam ayırt edebilmeme imkân yok. Herkes bir ağızdan konuşuyor, kadehler öğlen yemeği olmasına rağmen birbiri ardına boşalıyor, kesif bir
sigara dumanı üç beş masa ötesini görünmez hale getiriyor.
Bir yıl önce böyle bir tabloyu hayal dahi edemezdim. Yunan meslektaşlarımızla daha önce Paris’te yapılan toplantıyı ve ortama hâkim olan düşmanca havayı hatırlıyorum da rüyada mıyım diye kendi kendime soruyorum.
50 kişilik kalabalık bir Türk gazetecileri topluluğu ile birlikteyim. Atina’ya gelişimizin nedeni Türk-Yunan Medya Konferansı. İki gün süreyle iki ülke arasındaki barışın kurulup geliştirilmesinde gazetecilerin hangi rolleri oynayabileceklerini tartışacağız.
Burada bulunan Türk gazetecileri toplumumuzdaki hemen hemen her eğilimi temsil ediyorlar. Kanal 7’den tutun da CNN Türk’e kadar bütün basın-yayın organlarının temsilcileri var. Ancak Yorgo Kırbaki’nin anlattığına göre aynı geniş yelpazeyi Yunan tarafında göremeyeceğiz. Kafası hâlâ eskinin düşmanlıklarında takılıp kalmış bir grup Yunan gazetecisi toplantıya katılmayı kabul etmemiş. ‘Faşist Türklerle’ konuşacakları bir şeyleri olmadığını söylüyorlarmış. Ben de onlar gibi düşünüyorum. Bu kafadaki insanlarla konuşsak ne olur, konuşmasak ne olur?
THY’yi hayırla bir kez daha anmamıza vesile olan berbat bir servis ve dökülen bir Olimpik uçağıyla Atina’ya inişimizden iki saat sonra Başbakan Simitis’in ‘Maksimos’ adını taşıyan konutundaki bir davete katıldık. Tarihi bir köşkün giriş katındaki toplantıya Yorgos Papandreu ve İsmail Cem de katıldılar. Yunan Başbakanı bir saat önce 9 Nisan’da erken seçim kararı almanın verdiği bir rahatlık içinde bizlerle şakalaştı. Radikal’in adı ona ne çağrıştırdı bilemiyorum ama tanıştığımızda bir kaç kez ‘Radikal, Radikal..’ diyerek elimi sıktı. Yavuz Baydar, Simitis’e Türkiye’den getirdiği iki albüm hediye etti. 3 CD’lik ‘1900’den 2000’e Türk Musikisi’ albümünü incelerken “Müzik kalıcı, siyaset geçicidir. Gençliğimden beri Türk müziğine büyük bir ilgim var. Dinlemek beni dinlendiriyor” dedi. Yavuz, hepimizi utandırmak istercesine bir albüm de Yorgos Papandreu’ya armağan etti. Kalan Müzik yapımı bir Eftalya CD’si.. Papandreu meğerse Eftalya hakkında Türkiye’ye geldiğinde o kadar çok şey duymuş ve ilgisini çekmiş ki neredeyse Yavuz’un boynuna sarılacaktı. Şakalaşırken “Artık gördüğünüz gibi daha açık konuşuyoruz, çünkü ortama ve kendimize daha çok güveniyoruz” dedi. Sanıyorum önümüzdeki dönemde Türk-Yunan ilişkilerinde bu güvenin neleri başarmamıza da yeteceğini hep birlikte göreceğiz.
Ben yazımın sonuna geldiğimde Atina’da artık hava iyice kararmıştı. Biraz sonra sıkı bir ‘Atina by night’ için sokağa çıkacağız. Atina gece hayatından izlenimlerim için ne yazık ki yarına kadar beklemeniz gerekecek.