Kadınların erkeklere ihtiyacı yok mu?
Hemen belirtmeliyim ki biraz sonra okuyacağınız satırlar bana ait değil. Bazı okuyucularını tırnak işaretlerini fark etmeyip bana ait olmayan sözler nedeniyle beni eleştiren mektuplarından sonra bunu özellikle belirtmek gereğini duyuyorum.
“Yere uzandık, gözlerini gördüm, en önemlisi din yoktu burada, gerçek yoktu içimdeydi parmağı, hoşlanmıyordum bundan, biraz hoşlanıyorum, öpmek istiyorum onu, öpüştük sanki ağızlarımız yer değiştirmiş gibi, yan yana yatıyor ve öpüşüyoruz, bacağımı çekip beline doladı ve içime girdi, çok özlediğim biri gibi sarılıyorum ona, ama, artık biliyorum ki tanıdığım hiç kimseye benzemiyor sesi, yanılmışım yalnızca, omuzlarımdan bastırıyor ve canımı acıtıyor, gözlerim yaşarıyor, tamam zevk ve acı bir arada yaşanabilir, yorgun düşüp uyunur sonra, ama bütün ayıp köşe okurları biliyor mu, bir erkek canımızı bu kadar istekle acıtıyorsa, böğürtlenli pasta yemek daha iyidir.”
Virgül nereye konur, nokta nerede kullanılır, noktalı virgülü kim icat etti, iki nokta üst üste gelince kimin canı yanar, cümle ne demektir, nerede başlar, nerede biter gibi konulara girmeyeceğim. Hakkı Hoca bu tür ‘üslup denemelerine’ ne der bilmiyorum, ama en ünlü yazarlarımızın bile imla bilgisi eksikliklerini bir süredir ‘üslup’ diye yutturduğunu düşünüyorum ve artık bu tür konulara ‘takılmıyorum’.
Yukarıdaki ‘okuma parçasını’ Hıncal Uluç’tan naklen aktardım. Yazı Pazartesi adını taşıyan feminist dergide yayımlanmış.
Bir süredir Türk feministlerinin bir bölümü fena halde ‘erkeklerle’ bozmuş bulunuyorlar. Gerçi ben de zaman zaman ‘erkeklere’ kafayı takıyorum, ama benim eleştirdiğim şey bütün bir erkek cinsinden ziyade, toplumumuza hâkim olan ‘erkekçi bakış açısı’ adını verebileceğim davranış biçimleri ve düşünce sistematiği.
Feminizmin anneannelerinin bile artık terk ettikleri ‘erkeklere ihtiyacımız yok’ demode görüşünün yeni farkına varan bir bölüm Türk feminist işi işte buraya kadar da vardırmışlar: Erkekleri boş verin, böğürtlenli pasta daha iyi!
Bence Türk feminist hareketinin kendisine büyümesini ve gelişmesini sağlayacak bir kitle zemini bulamamasının nedeni de işte burada, hayattan kopukluğunda yatıyor:
İki atlet onurları çiğnenerek milli takımdan sırf kadın oldukları için uzaklaştırılırlarken sesleri çıkmıyor, bir foto model haksız yere fahişelikle suçlanıp toplum dışına itilmeye çalışılırken seyrediyorlar, aynı işi yapan erkeklerle kadınlar arasında ücret farklılığı can yakıcı bir sorun olarak ortada dururken bununla ilgilenmiyorlar.
Kadınlarla erkeklerin eşit şanslarla toplumda kendi bireysel yeteneklerini geliştirme, kullanma haklarını savunmak yerine bütün erkek cinsini dışlamaya kafalarını yoruyorlar.
Önerdikleri şeyin feminizmden uzaklaşıp giderek lezbiyenliğe vardığını belki görmüyorlar, belki de görmek istemiyorlar.
Ama hayat sürüp gidiyor. Maço toplumun cezalandırdığı kadınları savunmak ilginçtir ki hep erkeklere düşüyor. Feministler ise hâlâ meleklerin cinsiyeti bahsindeler.