RADİKAL

My little town

 New YORK-Eğer ileride Ecevit’in söylediği gibi yeni bir dünya kurulacak ve biz Türkler de bu dünyada nerede duracağımıza kendimiz karar verebileceksek, ben şahsım adına konuşuyorum ki birinci tercihim l\lew York’tur.

Bu görüşüme “Orayı da kısa sürede İstanbul’a çeviririz” şeklinde birçok itiraz geleceğine eminim. Ama nasıl olsa New York’un İstanbul’a dönüşme sürecini görmeye benim ömrüm yetmez. O yüzden “yeni dağılım yapılırken” buralarda bir yer kapmaya bakalım diyorum. Nasıl olsa bizim kendi kendimize bir şeyler yapacağımız yok, bari yapılmışlardan istifade edelim istiyorum.

Buraya daha önce birçok kere geldim. Kimi uzun, kimi kısa. Bu kentin insanı yabancılık çektirmeyen havasını soludum. Bu New York’taki en kısa kalış rekorumu kırıyorum: Toplam 16 saat! Herhalde bunun benim kişisel bir tercihim olmadığını söylememe gerek yok.

Burada Başbakan Mesut Yılmaz’ın Amerika gezisine katılmak için bulunuyoruz. Yılmaz, Clinton ile görüşmeye gitmeden önce New York’a uğradı ve hem ödül, hem moral topladı.

Yılmaz’a buranın önde gelen Musevi kuruluşlarının verdiği “Seçkin Devlet Adamı Ödülü” ile ilgili haberleri gazetede okuyacaksınız. Ödül töreninin yapıldığı Plaza Oteli’nin (Hani Amerikan filmlerinde görgüsüz taşra zenginlerinin kaldığı New York’taki lüks otel var ya, işte o) terasında bu ödülün nasıl olup da Mesut Yılmaz’a verildiğini kendimce soruşturdum: Ödül bir torpille verilmiş değil. Yılmaz bunu bileğinin hakkıyla almış bulunuyor! Tören yemeği öncesinde kokteyle katılanlara göre ödülün gerekçesi “Ülkesinde demokrasinin gelişmesi için çalışmış olması, dini fanatizme geçit vermemesi ve İsrail’le Türkiye arasında dostluk ilişkilerinin kurulmasına katkıları”.

Leyla Umar’ın kıskançlık duygularına hedef olacağımı bile bile açıklamalıyım ki burada beni de tanıyanlar çıktı. Hatırlayacaksınız Hillary Clinton Leyla Hanım’ı bir kokteylde tanımış ve “Aaa, Leyla senin burada ne işin var?” diye sormuştu. Bu da yine hatırlayacaksınız “Türkiye’nin en iyi gazetesi”nin birinci sayfasından resimli olarak manşet yanında duyurulmuştu.

Tabii benim durumum onunki kadar parlak değil. Beni tanıyan buradaki üniversitede hocalık yapan iki – üç kişi. Beni gazetedeki resmimden tanımışlar. Kibar insanlar, yazılarımı da çok beğendiklerini söylediler. Ama ne yazık ki bu bizim Radikal’in ölçülerinde birinci sayfalık bir haber olamıyor. Bu sözü söyleyenler Hillary’den daha eğitimli ve kaliteli insanlar olsa da…

New York’ta az süresi olan her aklı başındaki Türk gibi ben de geceyi bir “zombi” olarak tamamladım. Yani 12 saatlik uçak yolculuğunun ardından 7 saatlik zaman farkını dikkate almadan sabahın körüne kadar uyumayarak ve o bar senin, bu bar benim gezerek.

Elbette yanımızda Güneş Taner olmadığı için buraların en kaliteli içkisinin hangisi olduğu, bu Wall Street denilen şeyin aslında bir adamın ismi değil de bir sokağın adı olduğu gibi “müthiş gerçekler”i sizlere açıklayamıyorum.

Gecenin kuru ayazında faksı bulmaya çalışırken iki bar arasında neden durgun olduğumu soran arkadaşımın kız arkadaşı Lisa’ya “Hâlâ Avrupa Birliği’nin kararlarının tesiri altındayım” diye cevap verdim. “24 saattir uykusuzum da ondan” demenin yakışık almayacağını düşündüm. Gelişmeleri Internet’ten takip ettiğini söyleyen Lisa beni teselli etti. “Arkanızda kapı gibi Amerika ile Rusya var” dedi ve Avrupa Birliği’ne ne yapmamız gerektiğini işaretle anlattı. Hani elinizi yumruk yapıp orta parmağınızı havaya kaldırıyorsunuz ya, işte ondan. Bunun bir işe yaramayacağını söyledim ona. Ama anladığından pek emin değilim.

Birkaç saat sonra yeni yıl ışıklarının büyüleyici bir güzellik kattığı bu inanılmaz enerjik kentten ayrılacağız. Buraya göre “köy” sayılan Washington’daki maceralarımızı merak ediyorsanız bizden ayrılmayın. Az sonra!