Hükümetin güvenoylamasından sonra başta Bankalar Kanunu olmak üzere ekonomide acil düzenlemeler yapacağı bekleniyordu ama doğrusunu isterseniz bunun bu kadar hızlı gelişeceğini de kimse tahmin edemiyordu.
Bu tablo önümüzdeki günlerde hükümetin özellikle yapısal çözüm bekleyen sorunlara aynı hızla eğileceğini de ortaya koyuyor.
Bankacılık sisteminin uluslararası standartlara uygun hale getirilmesi konusu yalnızca Anayasa Mahkemesi’nin verdiği sürenin aşılmaması açısından değil, IMF ile yürütülen görüşmelerde hükümetin verdiği sözleri tutmaya kararlı olduğunu göstermesi bakımından da önem taşıyor.
Türk bankacılık sisteminin en önemli sorunu, zor durumdaki bankalarla ilgili olarak verilmesi gereken kararların işin ehli uzmanlara değil, siyasilere bırakılıyor olmasıydı. Şu anda Merkez Bankası Tasarruf Mevduat Fonu’na devredilmiş durumda bulunan bankaların içlerinin nasıl boşaltıldığı, sahipleri tarafından nasıl soyuldukları hiçbir zaman sır değildi. Bu soyguna göz yumulmasının esas sebebi karar verme durumundaki siyasilerin kendilerine ya da partilerine çıkar sağlamaktı.
Yeni yasa tasarısı şimdi bu görevi 7 kişiden oluşan bir ‘uzmanlar kuruluna’ bırakıyor. Ancak bu kurulun alacağı banka açma izni, banka tasfiyesi ve mevduat fonuna devri gibi kararların uygulanması yine ilgili bakanın ve bakanlar kurulunun onayına bırakılıyor.
7 kişilik ‘bankacılık üst kurulu’, Hazine’den 2, Merkez Bankası, Maliye, DPT, SPK ve Bankalar Birliği’nden birer üye seçilerek oluşturulacak. Kurulun yapısı bu açıdan zaten ‘siyasi’ etkilenmelere açık bir tablo arz ediyor. Bir de bu kararların uygulanması için ilgili bakanın ve hükümetin onayının aranması siyasilerin ellerini bankacılık sisteminden çekmeye pek de niyetli olmadıklarını ortaya koyuyor.
Oysa kurulun ağırlığı SPK ve Bankalar Birliği gibi hükümetten bağımsız kuruluşların temsilcilerinden oluşturulmalıydı. Hükümetlerden gerçekten bağımsız ve özerk bir kurum bankacılık sistemini yönetmeliydi. Bankalar ile ilgili kararların alınmasında siyasi tercihler değil, ekonomik gerçekler rol oynamalıydı.
Tasarının bir diğer önemli yönü de bankalar ile ilgili haberlere getirilen kısıtlamalar. Gerçi komisyon gazete, tv kapatmaya varan cezaları kaldırdı ve bir sansür yasasının önüne geçti ama ‘bankaların güvenilirliğini sarsan yayınlara’ para cezası verilmesi hükmü geçerliliğini koruyor.
Burada TBMM’ye düşen görev, yasa tasarısında son derece soyut ve geniş tanımlanmış ‘suç’u daha açık ve herkes tarafından anlaşılır, kabul edilebilir bir şekilde tanımlamak olmalı. Basına yönelik her türlü ceza tehdidinin haber alma özgürlüğünü kısıtlayabileceği gözden kaçırılmamalı. Yasalarımızda suçun açıkça tanımlanmadığı durumlardaki genel uygulamanın özgürlüklerin budanması sonucunu doğurduğu unutulmamalı.
Ancak geçmiş tecrübelerin ışığı altında, bankacılık sistemimiz açısından bugün gelinen noktanın eskisinden ileri bir yer olduğunu da teslim etmeliyiz.