RADİKAL

Türk basını sınıfta kaldı

Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların cahil politikacılar ve işgüzar bürokratların elinde hangi noktalara kadar tırmandırılabileceğinin iyi bir örneğini yaşadık. Nataşa-1 Gemisi rezaleti, bu açıdan iyi bir ‘laboratuvar deneyi’ oldu. Başbakan’ın, Dışişleri’nin ve Genelkurmay’ın uluslararası hukuk kurallarına saygılı, soğukkanlı tutumları olmasa rezaletin boyutları nereye varırdı, artık Allah bilir.

Konunun uluslararası hukuk alanına giren kısımlarıyla ilgili boyutlarını yazarımız Turgut Tarhanlı’nın Dış Haberler sayfamızdaki köşesinde okuyabilirsiniz. Ben bugün biraz çuvaldızı kendimize batırmak istiyorum.
Radikal ve Posta dışındaki bütün gazeteler meselenin ne olduğunu araştırma gereği duymadan, olayın sansasyon tarafını alabildiğine abarttılar.
İçlerinde haritalar yayımlayıp, S-300 füzelerinin menzilinin Anadolu’nun içlerine kadar uzandığını iddia edenler bile oldu. Çok basit bir arşiv araştırması, bu füzelerin ‘karadan havaya’ (yani uçaklara ve füzelere karşı) olduğunu ortaya koyabilirdi. Balistik amaçlı kullanıldığında bu füzelerin menzilinin 40 kilometreyi geçmediği de kimsenin ulaşamayacağı bir askeri sır değildi. Kürşat Yılmaz’ın dünkü Radikal’de bu konuda yayımlanan haberi, Türk gazetelerinin verdiği haberlerdeki yanlışlıkları, çarpıtmaları ve abartmaları açıkça ortaya koyuyor.
Bir gün önce haberi tam sayfa fotoğraflar ve dev manşetlerle duyuran gazetelerin dünkü tutumları da dikkate değerdi. Haritalarla dehşet tablosu yaratan gazete de dahil olmak üzere iki gazetenin birinci sayfalarında dün Nataşa-1 ile ilgili hiçbir haber yoktu. Bir gazetede haber tek sütuna inmiş, ‘Olay gemi Nataşa gitti’ye dönüşmüştü. Bir gazete ise tek satır bir başlıkla ‘olayın’ sonunu veriyordu: Olay gemi Nataşa, Mısır’a gitti / 23. Sayfada! İlk gün olayın ‘deprem’ olduğunu ileri süren gazete çark etmiş, Nataşa’nın ‘muamma’ olduğuna karar vermişti.
Oysa önceki gün Radikal’de ve Posta’da olan bilgilerin tümü bütün gazetelerde vardı. O gazetelerde çalışan arkadaşlarımız da aynı habere ulaşmışlardı. Zekâlarından kimsenin kuşku duymayacağı yazıişleri kadroları da olayın boyutunun gerçekte ne olduğunu anlamamış olamazdı. Bu durumda geriye bir tek ihtimal kalıyor: Haber, sansasyona feda edilmişti.
Türk basınının başta özgürlük olmak üzere birçok sorunu var. Sorunlar içinde en önemli olanlardan biri de güvenilirlik meselesi. Bir yandan promosyon politikalarındaki yanlışlıklar, diğer yandan gerçek haberin çoğu zaman sansasyon uğruna görmezden gelinmesi ve hatta çarpıtılması basının güvenilirliğini ciddi olarak zedeliyor.
Türkiye ile Yunanistan arasında her an sıcak bir çatışmaya dönme eğilimi gösteren sorunlar, basının özellikle bu konularda her zamankinden daha fazla titizlenmesini gerektiriyor. Yıllardır Yunan basınını bu tür sorumsuzlukları yüzünden eleştiriyoruz. Bugün Yunanistan’da Pangalos gibi bir savaş kışkırtıcısı Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturabiliyorsa onun davranışlarından müteselsilen Yunan basınının da sorumlu olduğunu unutmamalıyız. Aynı sorumsuz davranışların beceriksiz ve cahil politikacılara sonu felaket olabilecek davranışlarda bulunma cesareti vereceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Ne yazık ki biz de bu kez Yunanlı meslektaşlarımız gibi sınıfta kaldık. Umarım bu hepimize bir ders olur ve sorumsuz politikacıların kuyruğuna takılıp sansasyon peşinde koşarken gerçek görevimizi unutmayız.