Türkiye bir şirket olsaydı
Dünyanın en tanınmış yönetim bilimcilerinden Peter Drucker’ın bir sözü var: Yöneticilik, işleri doğru dürüst yapmaktır. Liderlik ise doğru olanı yapmaktır.
Son günlerde Türkiye’yi yönetenlerle bozduğum için bu sözü okuyunca aklıma ilk gelenler bizimkiler oldu tabii. Canımızdan çok sevdiğimiz Cumhurbaşkanımızı, rahmetli Özal’ı, ‘yöneticilik dehasını’ her zaman taktir ettiğim Bülent Bey’i, çevreci protestoculara ‘Bu gürültü de nereden çıktı’ diye anlamlı bir eleştiri getiren Mesut Bey’i, Enerji Bakanlığı sırasında bir dağ başında benzinsiz kalakalmama sebep olan Deniz Bey’i, beyninin öteki yarısıyla beraber Türkiye’yi beklenmeyen bir mali krize sokma becerisini gösteren Tansu Hanım’ı hatırladım.
Haberlerimizde, yazılarımızda kendilerinden ‘lider’ diye söz ettiğimiz insanların aslında ‘yönetici’ bile sayılamayacaklarını düşündüm.
Zaman zaman Türkiye’nin bir şirket olduğunu hayal ediyorum: Hissedarları tüm vatandaşlar olan, seçilmiş bir yönetim kurulunun (Meclis) yetki verdiği profesyoneller tarafından (hükümet) yönetilen bir şirket…
Eğer Türkiye bir şirket olsaydı, hissedarlar, yönetimi her devralışında şirketi kayyuma devretmek zorunda kalan birisini genel müdürlükte tutar mıydı? Süleyman Demirel’in kaç defa şirketi kayyuma devredip gittiğini ve sonra yeniden genel müdürlüğe atandığını artık siz sayın.
Ya da ‘genel müdürlüğü’ döneminde şirketin bütün aktiflerini batırıp, hisselerin değerini düşüren Tansu Hanım ikinci kez ‘genel müdür’ olabilir miydi? Ya ‘genel müdürlüğe’ üç defa gelen ve her seferinde istifa edip ortaklar genel kurulunu toplayan Mesut Bey?
Bir süredir yayınevimizin İcra Kurulu üyesi Dinç Üner, aslında bütün büyük işletmelerin yapması gereken bir iş yapıyor. Modern iş idaresi ve insan yönetimi ile ilgili en son yayımlanan kitapların geniş bir özetini hazırlayıp bizlere dağıtıyor. Vakit azlığı nedeniyle okumayı hep sonraya ertelediğimiz kitapların nelerden söz ettiğini böylece öğreniyor, son gelişmelerden haberdar oluyoruz.
Üner’in bize son ulaştırdığı özet Robert H. Rosen’in ‘İnsan Yönetimi’ isimli çalışması.(MESS Yayınları, Çeviren: Gündüz Bulut, Yayına hazırlayan: Zülfü Dicleli)
Rosen şunları söylüyor: Giderek pekişen bir inançla fark ettim ki bir kuruluşu, insanlara esin kazandıracak ve çabalarını canlandıracak biçimde derinlemesine ve uzun vadeli bir yaklaşımla dönüştürmenin tek yolu, o kuruluşun lider kadrosunu geliştirmektir. Gelecek yüzyılda ihtiyaç duyulacak şey, yeni bir yönetim pratiği veya üretkenlik programı değildir. Yaşamın bütün alanlarında bizim ihtiyaç duyduğumuz şey, yeni liderliktir.
‘Yönetim gurusu’ Rosen’i bir konsültasyon için Türkiye’ye getirip eline bu TC şirketini verseydik bize ne önerirdi dersiniz?