Radikal’in manşetini bugün çok eleştirebilirsiniz. “Bu felaketin sorumlusu Tanrı mı ki?” diye sorabilirsiniz.
Her yıl en az bir kere büyük bir depremle sarsılan bu topraklarda biz yaşıyoruz. Depremlerde kaybettiğimiz canların toplamı sadece son 50 yılda yüz binleri aşıyor. Yaralanıp, fiziksel ve ruhsal açıdan sakat kalanların sayısını kimse bilmiyor. Depremlerden sonra harcadığımız parayla bir ülkeyi yeniden kurmaya yetecek kadar kaynak yaratabilirdik.
Bunu bile bile fay hattının üzerine evleri, okulları, fabrikaları, köprüleri, yolları biz yaptık.
Bunda Tanrı’nın ne suçu var?
Radikal’in bugünkü manşeti aslında bir çaresizliğin ifadesi…
Sesimizi kime duyuracağımızı bilememenin bir sonucu…
Depremden bu yana 100 günü geçirdik. Evet, bu 100 günde çok şey yapıldı. Ama belli ki yapılanlar, yapılmayanların yanında hâlâ koca bir hiçten ibaret.
Bölgede 100 bine yakın vatandaşımız çadırlarda yaşıyor.
Bunların önemli bir bölümü ‘yazlık’ çadırlar.
Soğuyan havaya ve yağışa karşı hiçbir korunma sağlamayan bez parçaları..
Şu anda bölgedeki her çadırın içinde patlamaya hazır bir bomba var.
Çaresiz insanlar ısınmak için bir piknik tüpünün üzerine koydukları bir kazan suyun buharından yararlanıyorlar.
Bir piknik tüpüyle asla yapılmaması gereken bir iş bu.. Herkes bu tür tüplerin böyle uzun süreli kullanımlarda patlayabileceğini biliyor. Ama bunu kolaysa gelin de çoluk çocuk soğukta titreyen insanlara anlatın bakalım..
Dün ortaya çıktı ki daha hâlâ çadırkentlerin tümünde ortak yemek pişirme imkânı bile sağlanamamış. İnsanlar bir lokma sıcak yemek için çadırlarının içindeki piknik tüplerini kullanmak zorunda kalıyorlar.
Yangın tehlikesini bu da büyütüyor.
Kızılay bugünlerde çadırlara katalitik sobalar da dağıtacak.
Kaç kişinin bu sobalardan zehirleneceğini de hep birlikte göreceğiz.
Vakit geçirmeden bölgedeki insanlarımızı çadırlardan kurtarmak zorundayız.
Tatil yerlerindeki kamu tesislerinin kullanımını teşvik etmek gerekiyor. Talihsiz insanlara, bölgeyi terk ederlerse hiçbir haklarını kaybetmeyeceklerini anlatabilmek, onları buraları terk etmeye ikna etmek zorundayız.
Bunu yapabilecek güç ne yazık ki bütün inandırıcılığını kaybetmiş durumda.
Dün çadırın içinde yanan sadece Arife bebek değildi.
Onunla beraber hepimizin ciğerinden bir parça yandı.
Arife’nin yanmış küçücük bedenini görüp, annesinin hıçkırıklarına şahit olduktan sonra hangimizin ruhsal açıdan sağlam kalabileceğini iddia edebiliriz?
