Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

“AKP zihniyeti” sayı saymayı bilmiyor mu?

“AKP zihniyeti” sayı saymayı bilmiyor mu?

Bu maliyet sadece kanalı kazıp, işletmeye alabilmek için ise, köprüleri, yolları yapacak kaynağı kim sağlayacak?

Kanal İstanbul’un maliyetinin 75 milyar lira olacağı yetkililer tarafından açıklanan resmi bir bilgi.

75 milyar lira bugünün hesabıyla 12,5 milyar ABD Doları’na denk geliyor. Şimdi bu rakamı 10 paragraf sonra hatırlamak için aklımızda tutalım.

Kanal İstanbul ile ilgili olarak basına yansıyan haritalarda, inci tanesi gibi dizilmiş sıra sıra asma köprü de görüyoruz.

Ulaştırma Bakanı Cahit Turhan, geçtiğimiz yıl bu köprülerin sayısının 10 adet olacağını açıklamıştı.

Bunlar elbette bugün Boğaz’da yapılmış bulunan üç köprü kadar ihtişamlı olmayacaklar.

Sonuç olarak su yüzeyindeki genişliği 100 metre olan bir kanaldan söz ediyoruz.

Ancak bu köprülerin su seviyesinden yükseklikleri, elbette Boğaz üzerindeki köprülerin yüksekliğinden daha az olamaz. Daha az olursa, yüksek gemiler kanalı kullanamaz, basit bir hesap yani.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün deniz seviyesinden yüksekliği 53,34 metre.

Bu köprüleri kullanacak araçlar, Kanal’ın kıyısına geldiklerinde asansörlere binip, köprü seviyesine çıkmayacaklar elbette.

Köprü yaklaşım yollarının ayaklar üzerinde inşa edilmesi gerekiyor, tıpkı Boğaz köprülerinde olduğu gibi. Yaklaşım yoluna ulaşacak otoyollar için de viyadükler tasarlamalısınız, Trakya dümdüz bir arazi değil çünkü.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve çevre yollarının 3 milyar dolara mâl olduğu açıklanmıştı.

Kanal köprülerinin, yaklaşma ve bağlantı yollarının maliyetini kaba bir kıyaslama ile ben diyeyim 1 milyar dolar, siz deyin 750 milyon dolar gibi düşünebiliriz yani.

Ama unutmayın ki sizin hesabınız iyimser bir hesap olur. Bilkent Şehir Hastanesi’ni bile 650 milyon dolara mâl edebilen bir iktidardan söz ediyoruz burada.

Kanal’a 10 köprü yapılacaksa benim hesabımla 10 milyar dolar, sizin hesabınızla 7,5 milyar dolar sadece köprüler ve çevre yolları için lazım.

Şimdi maliyetin 12,5 milyar dolar olarak açıklandığını hatırlayabiliriz.

Bu parayla 100 metre genişliğinde, 47 kilometre uzunluğunda, 25 metre derinliğinde bir su yolu elde etmek için hafriyat yapılacak, kanal duvarlarının kayma ve göçmeye karşı sağlamlaştırılması unutulmayacak, kanal giriş ve çıkışına kanal işletmesinin ihtiyaç duyacağı binalar, tesisler inşa edilecek.

10 köprü ve çevre yolları da daha kanal kazılırken yapılıp bitmiş olmalı ki İstanbul’un Trakya ile bağlantısını Çanakkale – Bursa güzergahından sağlamak zorunda kalmayalım.

Kanalı yapacak şirket, kanal bitip işletmeye alınana kadar bir gelir elde edemeyecek.

Kanal çevresinde kurulacak 500 bin nüfuslu kentteki binaları da aynı anda yapıp, satabilirse bir gelir oluşacak. (Bu konuya önümüzdeki günlerde döneceğim.)

Kanal’ı yapan şirketin devlete kira ödemesi de bu aşamada söz konusu olacak.

Bu büyüklükte bir kredi kullanımında faiz ne kadar olur, bu vesileyle bir ayağını Avrupa’ya atmak isteyen Çin bu işe ucuz kredi verir mi, bunları bilemem.

Ama kaba hesapla bile bir eksiklik olduğu anlaşılıyor.

Bu maliyet sadece kanalı kazıp, işletmeye alabilmek için ise, köprüleri, yolları yapacak kaynağı kim sağlayacak?

Şikâyetçisi katil olan mahkeme!

Gezi Davası’nın son duruşmasının özeti benim için şu:

Şikâyetçisi katil olan bir davada, Osman Kavala’nın tutukluluğunun AİHM kararına rağmen devam ediyor olması normaldir.

AİHM, Osman Kavala hakkındaki davayı da, davanın iddianamesini de yırtıp çöpe atmıştı.

Ve dün Osman Kavala’yı serbest bırakması gereken mahkeme, AİHM’nin verdiği hak ihlali için Adalet Bakanlığı’na yazılan yazının beklenmesine karar verdi.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan her ülke için AİHM kararları bağlayıcıdır.

Mahkeme, bunu bilmiyor olabilir mi? Elbette mümkün olamaz.

Mahkeme de zaten önünde sonunda bu karara uyacağını ve Osman Kavala’yı “yaşlı gözlerle de olsa” salıvermek zorunda olduğunu biliyor.

Ama işi yokuşa sürüyor. Bakanlığa yazı yazılmış da, yanıtı beklenecekmiş de filan!

Niyeti belli: Yazının yanıtı gelene kadar Kavala’yı hapiste tutmak!

Çünkü mahkemenin kendisi de biliyor ki artık bu iddianame ve bu deliller ile Kavala’yı mahkûm edemez. Etse bile bunun hükmü olmaz, Yargıtay kararı yırtıp, çöpe atar.

Onun için tutukluluğu siyasi amaçlı bir cezalandırmaya dönüştürmekte tereddüt etmiyor.

Katilleri davaya “mağdur” olarak müdahil etmekte sakınca görmediği gibi!

Peşin hükümle tutukluluğu cezaya çevirmek, AİHM kararı yokmuş gibi davranmak ve bütün bunları yapıyorken de hakim cüppesini üzerinde taşıyor olmak!

Adalet tarihimizde kendilerine çok da parlak olmayan bir sayfa edinecekler bu sayede.

12 Eylül’den sonra Alpaslan Türkeş, “kendilerinin hapiste, fikirlerinin iktidarda olduğunu” söylemişti.

Hapisteki Fetullahçı hakim ve savcılar da şimdi böyle düşünüyor olmalı.

Meclis’i normal çalıştırsalardı, bu olmazdı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “değerli emlak vergisi” olarak bilinen verginin haksızlıklara yol açacağını söyleyince, vergi ile yeni bir düzenleme yapılmasına karar verilmiş.

Gerçekten ilginç bir ülkede yaşıyoruz.

Bu kanun TBMM’de bir torba kanunun içine atılıverdi ve AKP – MHP koalisyonunun verdiği oylarla kabul edildi.

İki gün sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.

Oy verenler “Bu kanun tekrar TBMM’ye gelse, böyle geçmez” diye dedikodu yaparlarken, ‘imzacı’ Erdoğan, verginin haksızlıklara yol açtığını, değiştirilmesi gerektiğini söylüyor!

Oysa, bu işleri biraz daha ciddiye alsalardı, TBMM’yi normal çalıştırsalardı, bütün bu kargaşaya da sebep olmayacaklardı.

Bu vergi, torba kanun içine atılan bir madde ile getirilmek yerine, iç tüzükteki normal yollar izlenseydi, kanun çıktıktan sonra yapılan tartışmalar, komisyonlarda, genel kurulda filan yapılır ve bu saçma vergi kanunu hiç çıkmazdı.

Bunun bir tür servet vergisi olduğu, doğmamış bir kazancı vergilendirmek istediği, Anayasa’nın eşitlik hükümlerine aykırılık teşkil ettiğini TBMM’deki en alakasız milletvekili bile anlayabilirdi çünkü.

Elbette yanlışın neresinden dönülse kârdır.

Bundan sonra kanun düzeltilirken komisyon çalışmalarını düzgün yapmaya gayret etseler de benzeri hatalar tekrarlanmasa.

20 Aralık 2019 günü, bu köşede verginin yürürlüğe konulmadan iptal edilebileceğini söylemiş ve şu tahminde bulunmuştum:

“Öyle görünüyor ki Reis bir kez daha olaya el koyup, bu yanlışı düzelten adam olarak karşımıza çıkacak.”

Gördüğünüz gibi ‘düz liseli Mehmet’, ‘imam hatiplilerden’ daha öngörülü çıktı. Bir kez daha!

Not: Bu vergi ile ilgili tebligat aldıysanız, siz yine de kendinizden başkasına güvenmeyin ve itiraz sürecini başlatın. Bakarsınız vaz geçerler, itiraz etmediğiniz vergi de kesinleşmiş olur.