Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Erdoğan, bizi mi kandırıyor, kendisi mi kandırılıyor?

Erdoğan, bizi mi kandırıyor, kendisi mi kandırılıyor?

Cumhurbaşkanı, Suriye’nin kuzeyine inşa edeceği şehirler için para toplamak istiyor ama Türkiye’nin imzaladığı anlaşmalara göre göçmenler, geldikleri kentlere dönmek zorunda. Bu bilgi Cumhurbaşkanı’ndan saklandı mı? Yoksa biliyor da bizden mi saklıyor?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iki konuşmasından birinde mutlaka Suriye’nin kuzeyinde kurulacak kentlerden söz ediyor.

Bu şehirler yapılırsa önce 1 milyon, sonra da 2 milyon göçmenin memleketlerine geri dönebileceğini söyleyip, “Batıyı” bu projeye destek vermemekle suçluyor.

Bu parayı niye Müslüman Doğu’dan değil de, Hristiyan Batı’dan istiyor bunu bilmiyorum.

Sanıyorum o da Müslümanların ellerini ceplerine atmayacaklarını düşünüyor hatta biliyor da diyebiliriz.

Neyse, konumuz bu değil.

Konumuz şu ki Cumhurbaşkanı galiba bir kez daha kandırılıyor. Kendisinden bazı gerçekler saklanıyor.

Cumhurbaşkanı’nı deyim yerindeyse parmağında oynatan kurum T.C. Dışişleri Bakanlığı.

Geçtiğimiz 29 Ekim’de, yani Cenevre’deki Suriye Anayasa Komitesi toplantısından bir gün önce, Astana Ortakları; Türkiye, Rusya ve İran dışişleri bakanları bir bildiri açıkladılar.

Mevlüt Çavuşoğlu, Sergey Lavrov ve Cevad Zarif’in imzaladıkları altı maddelik açıklamanın son paragrafı, Suriyeli mülteciler ile ülke içinde yerlerinden edilmiş insanların güvenli ve gönüllü dönüşlerinin kolaylaştırmasında esas alınacak ayrıntıları düzenliyor.

Ortak bildirinin amacı, mülteci ve yerinden edilmişlerin Suriye’deki “asıl (başlangıçtaki) ikamet yerlerine” dönmeleri.

Mülteciler ve yerinden edilmişlerin farklı bölgelere kaydırılıp, Suriye’nin eski nüfus dengesinin bozulmasına kapılar kapalı tutuluyor.

Aynı konu 10 -11 Aralık günlerinde Nur Sultan’da yapılan Astana Ortakları üst düzey toplantısında bir kez daha vurgulanıyor.

Ve nihayetinde de 13 Aralık günü, Astana Ortakları’nın BM Daimi Temsilcileri, BM Güvenlik Konseyi’ne müracaat eden bir mektup yolluyor.

Mektup, 10 – 11 Aralık’ta Nur Sultan kentinde varılan mutabakatın Güvenlik Konseyi dokümanı haline getirilerek yayımlanmasını talep ediyor.

Ve BM Güvenlik Konseyi, 16 Aralık günü bu talebi yerine getiriyor.

Bu belgenin 11. Maddesi, bu konuyu tekrarlıyor.

Mülteciler ve yerinden edilmiş Suriyelilerin, geldikleri yerlere gönüllü dönüş haklarının garanti altına alınmasını öngörüyor.

Bu bilgilere bizim Dışişleri Bakanlığı’nın sitesinde yer alan açıklamalarda rastlayamıyoruz. Belli ki Bakanlık, bu bilgiyi Türklerden saklamak istiyor.

Ama metinler Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı sitesinde duruyor. Sonuncusu da zaten Güvenlik Konseyi kayıtlarında yer alıyor. (S / 2019 / 947) numara ile!

Yani Cumhurbaşkanı istediği kadar parayı bulsa bile, Suriyelileri, Kuzey’de inşa edeceği kentlere yerleştiremez. Hayal kurmayı bir kenara bırakmalı artık.

Altında Türkiye’nin de imzası olan anlaşma bu yönde.

Dışişleri Bakanlığı, bu bilgileri sitesine koymayarak biz vatandaşları uyutmaya çalışıyor, burası çok açık.

Cumhurbaşkanı da bizim gibi kandırılanlar arasında mı?

Yoksa o da bu durumu bildiği halde bir ikinci “çılgın proje ihtiyacı” için bizleri kandıranlardan birisi mi?

Bir yanıt alabilirsem, sonucu sizlere de ileteceğim elbette.

Bakarsınız, Cumhurbaşkanı gelecek uçak seferine beni de davet eder, bunu ve öteki merak ettiklerimi bizzat sorma bahtiyarlığına da erişirim.

İddialaşmaya gerek yok, ikna etmeyi deneseniz?

Kanal İstanbul, Recep Tayyip Erdoğan için bir iddia projesine dönüşmüş durumda.

İlla ki 75 milyar lirayı harcayacak ve Karadeniz ile Marmara’yı bir kanal ile birbirine bağlayacak!

Kanal ile ilgili ÇED raporu dün kabul edildi ve halkımızın bilgisi için askıya çıkarıldı.

Bundan sonraki süreç de aşağı yukarı bildiğimiz gibi geçecek: Bazı sivil toplum kuruluşları ve bazı vatandaşlar rapora itiraz edecekler. İtiraz tabii kabul edilmeyecek.

Bölge İdare Mahkemesi’ydi, Danıştay’dı filan derken yıllar geçecek.

Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacak ki, zaten Cumhurbaşkanı, seçimi kazandığını da böyle ilan etmişti.

Söz konusu proje, kuşkusuz ki gerçekleştirecek olanı tarihe geçirecek bir proje.

Ancak şurası var ki tarih gelecekte o kişiyi “İstanbul’u, Marmara ve Karadeniz’i mahveden adam” olarak da yazabilir, “muazzam projeyi gerçekleştirip coğrafya ve tarihi değiştiren büyük vizyoner” olarak da!

Cumhurbaşkanı, tarihte nasıl anılacağını önemsiyor mu bilemem.

Ancak kanalın etrafına dikilecek binaları, üzerine yapılacak köprüleri ve köprüleri birbirine bağlayacak otoyolları daha çok önemsediğine iddiaya girerim.

Yani 1) kısa dönemde yüksek istihdam yaratmak için 75 milyar lira harcamak istiyor; 2) 75 milyarlık işin kârı yüzde 10 olsa 7 milyar 500 milyon lira eder ki yandaş müteahhitler için muazzam bir para sayılır, 3) kupon arazi işini iyi bildiği için oradan doğacak rantla ilgili beklentileri var.

Bu beklentiler vergi, geçiş ücreti vs. ile kamu geliri artışına yönelik de olabilir, yandaş müteahhitlere yeni iş alanları açmaya yönelik de.

Yandaş olmayan bir müteahhittin AKP hükümetlerinden ihale alabildiği de daha görülmedi.

İşte burada on yıllık maaşımı da ortaya koyarak iddiaya giriyorum ki bu ihale eğer yapılırsa yine bu yandaş şirketlerin oluşturduğu bir konsorsiyum tarafından alınacak.

Bütün bunlar bir yana, Cumhurbaşkanı’na önerim şudur:

Bu işi dört bir yönüyle tartışacak gerçekten bağımsız uzmanlardan oluşan bir konferans düzenleyin.

Denizlerimize, yer altı sularına, bölgedeki zirai faaliyete etkileri neler olabilir, bunları öğrenelim.

18 milyonluk İstanbul’un yanı başına 3 – 4 milyon kişiyi daha taşımak demek olan bu yeni kentleşmenin olası sosyal sonuçlarını tartışalım.

Cumhuriyetin kurucuları tarafından gerçekleştirildiği için Montrö’yü sevmediğini biliyoruz. Önemli değil, sevmesin.

Ama bu kanalın, uluslararası bir meseleye yol açıp açmayacağını, Türkiye’nin Montrö ile ilgili kazanımları konusunu ciddi bir tartıştırsın.

Burhan Kuzu gibi daha Lozan’ı bile tam anlayamamış hukukçulardan söz etmiyorum burada. Gerçek tarafsız uzmanlardan söz ediyorum.

Basit bir kâr – zarar cetveli yapalım. Ne kazanacağız, ne kaybedeceğiz?

Kazanç görüyorsa yapsın tabii.

Hem bu tablo ortaya çıkarsa iddialaşmasına da gerek kalmadan, milleti bu işe ikna ederek de yoluna devam edebilir.

Bir demokraside vatandaşların bir bölümüyle de olsa iddialaşmak, ideal bir durum sayılmaz.

Demokrasi, iddialaşmak, zorla yaptırmak rejimi değildir. İkna rejimidir.

Ancak, dedikleri gibi gelecekte her lodos estiğinde İstanbul’u bir çürük yumurta kokusu saracaksa, bu kokunun her seferinde bizlere, çocuklarımıza, torunlarımıza, gelecekteki nesillere Recep Tayyip Erdoğan’ı hatırlatmasını, doğrusu ben bile istemem!