t24.com.tr

AYM eliyle serbest seçimlere müdahale

Anayasa Mahkemesi, HDP’ye ait Hazine yardımlarına blokaj konulmasına karar verdi.

Bir de bir ay süre vermişler, HDP bu süre içinde “terör ile bağlantılı olmadığını” kanıtlarsa, tedbir kararı kaldırılacakmış!

Bu karar Anayasa Mahkemesi’nde 7 hayır oyuna karşılık, 8 evet oyuyla alındı.

Memleketimizin en yüksek mahkemesinin, en yüksek yargıçları bunlar.

Ve ister inanın ister inanmayın, bu kararı verene kadar da tam üç buçuk saat tartışmışlar. Ben orada değildim, bu ayrıntıyı haberlerden öğrendim.

Olay Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, HDP’nin temelli kapatılmasını istediği davada, “terör örgütü ile organik bağının devam ettiği, Hazine kaynaklarının terör örgütüne aktarıldığı” gerekçesiyle partinin Hazine yardımı bulunan hesaplarının bloke edilmesini istemesiyle başladı.

Bunun için de Mahkeme’ye 11 sayfalık bir gerekçe yazmış.

Anayasa Mahkemesi’nin HDP’nin kapatılması ile ilgili davayı nasıl sonuçlandıracağını bilebilmeme imkân yok ancak şunu söyleyebilirim ki bugünkü Anayasa Mahkemesi’nden parti kapatmaya ya da bu nedenle partiyi cezalandırmaya yönelik bir karar çıkabilmesi o kadar da kolay değil.

Elbette üyelerin siyasi baskıya direnebilmeleri kaydıyla!

Çünkü Mahkeme tam ortasından ikiye bölünmüş durumda görünüyor.

Nitekim temel haklar ve özgürlükler ile ilgili kararlarda mahkeme genellikle böyle bölünüyor: 7’ye karşı 8!
Bir tarafta “hak eksenli” diye tabir edilecek kararların altına imza atan yargıçlar var, diğer yanda Erdoğan’ın memurları.

Bunların içinde Yargıtay’da bir tek dosyanın bile kapağını kaldırmamış olan da var, hülle ile Mahkeme’ye atanabilme vasfına sahip olan da.

Ve Anayasa Mahkemesi, parti kapatma kararını ancak üçte iki çoğunlukla alabilir.

Partiyi kapatmayıp, Hazine yardımının tümünün ya da belli bir bölümünün kesilmesine de karar verebilir.

Buna da üçte iki çoğunlukla karar verebilir, salt çoğunlukla değil.

Ve esasen “blokaj kararı”, Mahkeme’nin nihai olarak verebileceği bir karar.

Mahkeme, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın talebini kabul edip, blokaj kararı verirken, aslında kapatma davasının sonunda üçte iki çoğunlukla verebileceği bir kararı, salt çoğunlukla almış oluyor.

Bu karar hiç kuşkusuz ki siyasi amaçlarla alınmış bir karar ve erkene alınabilecek bir seçimde HDP’yi parasızlıktan eli kolu bağlı hale getirmeyi de hedefliyor olmalı.

Belli koşulları yerine getiren partilere Hazine yardımının yapılmasının nedeni, vatandaşların seçimlerini serbestçe yapabilmelerine olanak vermek.

Parasının gücüne güvenen çıkar gruplarının, halkın iradesinin üstüne çıkabilmesi olasılığını bertaraf etmek.

Onun için bu karar hukuk dışı olmakla kalmıyor, serbest seçimlere de yargı eliyle müdahale anlamına geliyor.

Hukukun, bu rejimin elinde ne hale getirildiğinin tipik bir örneği bu.

Ve bunu yapan mahkeme, temel haklarımız söz konusu olduğunda bunları korumasını bekleyeceğimiz bir mahkeme.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak neye ve kime güvenebileceğiz artık?

——————————-

Polislerin sahibi kim?

Sinan Ateş’e yönelik suikast olayının zanlılarından biri de Ülkü Ocakları’nın eski yöneticilerinden Tolgahan Demirbaş.

Polis, suikastın hemen ardından yaptığı araştırmada Demirbaş’ın rolünün olabileceğini düşünüyor ve cep telefonu sinyallerini takip ederek, belirlediği adrese gidiyor.

Demirbaş’ın bulunduğu evin MHP Milletvekili Olcay Kılavuz’un kullandığı anlaşılıyor.

Kılavuz, zanlıyı polislere teslim etmek istemiyor ve “siz gidin sahibiniz gelsin” diyor!

“Sahibiniz gelsin” derken kuşkusuz ki idarenin başı olan Cumhurbaşkanı’nı, polislerin başı İçişleri Bakanı’nı ya da Emniyet Genel Müdürü’nü kastetmiyor.

Çünkü onlar polisin sahibi değil, amiri.

Bakmayın siz Cumhurbaşkanı’nın bazen “benim polisim, benim memurum” gibi sözler söylediğine.

Medeni bir ülkede kimse, kimsenin sahibi olamaz, hele de kamu görevlilerinin bir sahibi hiç olmaz.

Güzel Türkçemizde, birisine böyle söylediğinizde hakaret ediyorsunuz demektir.

Çünkü Türkçe bilenler, birisi için bu kalıbın kullanıldığını duyduklarında, aslında o kişiye “köpek” denildiğini anlarlar.

Bu sözle karşılaşan polislerin Türkçe bilgilerinin düzeyini bilmiyorum ama onların da bu hitabı aynı şekilde anladıklarına bahse girerim.

Bu hitap şekli, “görevli memura, görevi başında, görevinden dolayı hakaret” suçu adı verilen bir suça karşılık gelir.

Çünkü arkadaşlar, birisine “köpek” derseniz bunun hakaret ifadesi olduğuna ilişkin onlarca mahkeme kararı var.

Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçu (TCK 125 / 3) şikâyete tabi değildir.

Yani söz konusu hakarete muhatap olan polislerin, savcıya koşup şikâyet dilekçesi vermesi gerekmez.

Zaman aşımı da olmaz.

Böyle bir suçun işlendiğini öğrenen cumhuriyet savcılığı re’sen soruşturma açar.

Ankara’da yaşayan savcılarımızın bazılarının, milletvekilleri hakkında fezlekeler düzenlemek ile ilgili özel bir hassasiyete sahip olduklarını da biliyoruz.

Şimdi bekleyelim bakalım fezleke yazılacak mı?

Yoksa bu olayda da adamına göre hukuk düzeni mi işleyecek?

Savcının kararıyla gözaltına alınan bir kişinin, sorgulanmasına bile gerek duyulmadan Emniyet’ten salıverildiğine bakarsak, işittikleri hakaret polislerimizin kulaklarında yankılanmaya devam edecek, bir hukuki sonuç doğurmayacak.

——————————-