t24.com.tr

Gelecekle ilgili bir küçük fragman

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Feshane’de açtığı “Ortadan Başlamak” isimli sergiye, bir grup saldırı girişiminde bulundu.

Sergide 300 sanatçının 400’den fazla eserinin yer aldığını haberlerde okumuştum.

Sergi salonunun dışında protesto gösterisi yapan İslamofaşist grup, sergide “çıplaklık içeren ve polis düşmanlığı yapan fotoğraflarla LGBTİ+ propagandası yapıldığı ve sosyalizmi öven filmler gösterildiğini” iddia etmiş.

Grubun lideri protesto sırasında yaptığı açıklamada şunu söylüyor:

“Buradaki sergi, bize Müslüman Türk milletine hakarettir. İvedilikle bu serginin kaldırılması lazım. Ekrem’i uyarıyoruz ya bu sergiyi kaldırır ya da millet olarak biz bu sergiyi kaldırmasını biliriz.”

“Bildiklerini” iddia ettikleri şeyin ne olduğunu tahmin edebilirsiniz. Belli ki kendilerinde olduğuna ama başkalarının sahip olmadığına inandıkları kaba güce ve bu yola başvurduklarında cezasız kalacaklarına güveniyorlar.

Bu boşuna bir güven de değil. Sivas’taki Madımak Oteli gibi büyük bir katliamın sorumluları bile cezalandırılmıyorsa, sergi basıp, eserleri tahrip etmek cezalandırılmaz diye düşünüyor olmalılar.

Nitekim “resmi” bir destekçileri de var: Eyüpsultan Belediye Başkanı Deniz Köken sosyal medyada yayınladığı mesajında “İBB’nin toplumun hassasiyetlerini anlamasını beklediklerini” yazdı ve şunu söyledi:

“İstanbul’un kalbi Eyüpsultan’da ahlak ve değerlerimize uygun olmayan sergiyle ilgili İBB tarafından gerekli adımların atılacağını ümit ederek bir açıklama yapmamıştık. İfade özgürlüğüne her zaman saygı duyarız. Ancak bu özgürlük, toplumumuzun çoğunluğunun kabul edilemez bulabileceği ahlaki sınırların aşıldığı bir noktada olmamalıdır.”

Bir sergide yer alan eserler sizi rahatsız ediyorsa ki edebilir, sanatçı birilerini rahatsız etmek isteyebilir, yapacağınız şey sergiden uzak durmak olmalıdır.

Beğenmiyorsan, kendi kültürüne, ahlak anlayışına aykırı buluyorsan uzak dur, bu kadar basit.

Eyüpsultan Belediye Başkanı ise “ifade özgürlüğüne” sınırı çizivermiş: Toplumumuzun çoğunluğunun kabul edilemez bulabileceği tutum ve davranışlar!

Kusura bakmasın ama bu dediği tam olarak faşizm zaten.

Naziler de kitapları yakarken, Yahudileri, Çingeneleri gaz odalarına yollarlarken aynı şeyi söylüyorlardı.

Demokrasi dediğimiz “şey”, çoğunluğun hoşuna gidecek şeyleri söylemenin, yazıp, çizmenin serbest, hoşuna gitmeyeceği şeyleri söylemenin, yazıp, çizmenin yasak olduğu bir rejim değil.

Bu eylem, küçük bir faşist grubun protestosu gibi görünse de aslında Türkiye’yi neyin beklemekte olduğunu gösteren bir olay.

“Seçimi kazandım, artık benim istediğim gibi yaşamak zorundasınız” niyetinin bir ifadesi.

Seçim öncesindeki festival, konser, tiyatro yasaklarının önümüzdeki aylarda, yıllarda nereye varabileceğini de gösteriyor.

————————————

Siyaset böyle bir “eğitim” istiyor

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “bundan sonraki hedefimiz üniversite giriş sınavının kaldırılmasıdır” deyince, “dur bakalım ne olacak” diye düşünmüştüm.

YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar beklentimi boşa çıkarmadı:

“Bu konuda sayın Cumhurbaşkanımızın bizlere bir talimatı olursa biz bu konuda çalışabiliriz!”

Gördüğünüz gibi cennet vatanımızın üniversitelerini yöneten üst kurumun başkanı, üniversiteler ile ilgili olarak verilecek hayati kararlardan biri üzerinde çalışmak için Cumhurbaşkanı’ndan talimat bekliyor.

Niye? Çünkü ona göre “siyasilerin iradesi” önemliymiş!

Kuşkusuz ki toplumsal hayatımızdaki her konu gibi bu konu da siyasetle ilgilidir, siyasetin çözmesi gereken bir konudur ama bu YÖK’ün akademik ve idari bir kurum olarak sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

Cumhurbaşkanı’nın talimat vermesine gerek kalmadan çok önce böyle bir çalışmayı yapmış olmalıydı.

Mevcut üniversitelerimizin çok küçük bir azınlığı gerçek üniversite eğitimine yaklaşabiliyor. Onların da Dünya’nın önemli üniversiteleri arasındaki yerine “yer” bile diyemeyiz.

Geri kalanlar yüksek lise bile sayılmaz.

O okullarda eğitim gören de o eğitimleri verenler de biliyorlar ki oralardan mezun olmak erkek öğrenciler için sadece askerlikte işe yarıyor.

Onun için sınav aslında çok küçük bir üniversite kontenjanı için yapılıyor. Gerisi “dolgu”!

Bunun için de çocuklarımız ilk okuldan itibaren sadece test çözmeye yarayan ezberciliğe yönlendiriliyor.

Ciddi üniversitelerimizde bile sınavların çoğu artık “çoktan seçmeli test usulü” yapılıyor.

Analitik düşünmeyi ödüllendiren bir eğitim düzenimiz yok.

Üniversite eğitimimiz genel seviyesi “yüksek lise” düzeyinde ve bu üniversite bile olmayan üniversitelere girebilmek için orta okul ve lise eğitimimiz de “üniversite sınavı kazanmayı hedefleyen ezberciliğe” dönüştü.

Bunun Türkiye için gerçek bir beka sorunu oluşturması, “siyasi iradenin” umurunda bile değil.

Çünkü “siyaset”, zaten böyle bir eğitim sistemi istiyor.

Genç işsizliğini dört yıl öteleyecek şekilde çocukları içi boş üniversitelere yönlendirirken, düşünmeyen, sorgulamayan, kendisine söylenenle yetinen nesiller yetiştirirse, hükmünü sürdürebileceğini düşünüyor.

—————————

Bir Orta Doğu geleneği

İsrail Başbakanı Netanyahu hakkındaki yolsuzluk davasında dinlenen bir tanık Başbakan ve eşi Sara’nın “puro, şampanya, mücevher gibi” lüks hediyeler aldıklarını söyledi.

Bir Başbakan’ın bunun için yargılanması bizler için çok yadırganacak bir durum.

Hatırlarsınız, bakanlara hediye diye gönderilen takım elbiselerin ceplerine ve ayakkabı kutularına para doldurmak bile bizde suç olarak değerlendirilmedi.

Benim takip edebildiğim kadarıyla böyle hediyeleri, kanuna uygun olarak beyan edip, ilgili mercilere teslim eden bir tek sakıt Başbakan Ahmet Davutoğlu olmuştu.

Davutoğlu, kendisine verilen lüks hediyeleri Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı’nın görevlendirdiği Takdir Komisyonuna değer tespitlerini yaptırarak Başbakanlık envanterine kaydettirmişti.

Onun dışında kimsenin böyle bir hassasiyet gösterdiğini duymadım.

Netanyahu dav asındaki tanık ifadesini okuyunca demek ki “hediyelerin üzerine yatma” işi bir Orta Doğu geleneğiymiş diye düşündüm.

Gördüğünüz gibi Müslümanı, Yahudisi bu konuda hiç fark etmiyormuş.

—————————