Her seçimde olduğu gibi bu seçimde de bir kazanan var, bir de kaybeden.
Onlar da belli: Erdoğan kazandı, Kılıçdaroğlu kaybetti.
Erdoğan, daha seçim atmosferine girmeden çok önce karşısında rakip olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu istiyor ve bekliyordu.
Uyduruk bir suçlama ve bir yargılama tiyatrosu ile Ekrem İmamoğlu’nun adaylığının engellenmesi bu isteğini gerçekleştirmek için yaptığı bir hamleydi.
Kılıçdaroğlu’nun kişisel hırsını yenememesiyle de sonuç verdi.
İmamoğlu’nun mahkumiyeti ile ilgili mahkeme kararının hemen ardından yükselen toplumsal tepkinin Kılaçdaroğlu marifetiyle sönümlendirilmesi ise seçim sürecindeki bir başka dönüm noktasıydı.
Bu saatten sonra “ben demiştim” demenin bir alemi yok. Yazdıklarım arşivde duruyor, günün birinde merak eden açar; okur.
Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybettiğinin belli olmasının hemen ardından yaptığı açıklama ise Türkiye’de siyaset yapmak için insanın bazı şeylerden vaz geçmesi gerektiğini gösteriyor ki bunların başında da utanma duygusu geliyor olmalı.
Kaybettiği bir seçimin ardından hala “mücadeleye devam edeceğiz, yürüyüşümüz sürüyor ve buradayız” diyebilmesi başka türlü açıklanabilecek bir şey değil.
Normal olanı partisinin önünü açmak için zaten bu yaz yapılacak kurultayı işaret etmesiydi.
Bunu yapmak yerine “Türkiye için ne kadar üzüldüğünü” anlattı, Türkiye’nin gelecek beş yılda yaşayabileceklerinde kendi sorumluluğunun üzerinde bile durmadı.
Adaylığını ittifak ortaklarına kabul ettirebilmek için bol keseden dağıttığı milletvekilliklerinin ne tür gelişmelere yol açabileceğini bugünden kestirebilmek zor.
Türkiye tarihinin en sağcı Meclisinin seçilmesindeki sorumluluk da Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi karnesinde yer alacak.
Şimdi bir takım aritmetik hesaplarla “aslında yenilmediğini” de anlatacaktır.
Ne de olsa bu partiden bir Deniz Baykal geçti ve Kılıçdaroğlu da belli ki ondan çok şey öğrenmiş.
Kılıçdaroğlu, kalkmak istemediği o koltuktan partinin delegeleri tarafından kaldırılabilir mi, bugünden bir şey söylemek zor.
Ancak unutmayalım ki CHP tüzüğü, genel başkan ve çevresinde toplanmış bir kliğin canları istediği kadar o görevlerde kalabilmeleri için tasarlanmış bir tüzük.
Şu anda bu parti için “olağan genel başkan adayı” Ekrem İmamoğlu’nun bu engeli aşabilmesinin yolu ise toplumsal tepkiyi, partinin içine taşıyabilmesinden geçiyor.
—————————–
En geniş siyasi yelpaze
Tuhaf bir seçim süreci yaşadık, kazananların sayısı da çok, kaybedenlerin sayısı da çok.
Recep Tayyip Erdoğan’ın tek adamlık hevesi için tasarlanan ve dünyada bir benzeri de olmayan Ala Turka başkanlık sisteminin bir sonucu olarak, normal şartlarda TBMM’de temsil olanağı bulamayacak çok sayıda parti, milletvekilliği kazandı, TBMM’de temsil hakkına sahip oldu.
Hüda Par, Yeniden Refah, Gelecek, Deva, DSP, DP, Değişim Partisi ve TİP gibi partilerden söz ediyorum.
DEVA Partisi 15, Gelecek ve Saadet 10’ar, Demokrat Parti 3 milletvekili ile temsil edilecek. Değişim Partisi 1, Hüda Par 4, DSP 1, TİP 4 milletvekilliği kazandı.
Bu nedenle TBMM açılınca CHP 169 değil, 129 milletvekili ile TBMM’de temsil edilecek. CHP 2018 seçiminde kazandığı milletvekilliği sayısının (146) hayli gerisine düştü.
Böylece TBMM’de çok uzun yıllardır görmediğimiz çeşitlilikte bir tablo karşımıza çıkıyor.
Bunun adil bir temsili gösterdiğini söyleyemeyiz belki ama ciddi bir siyasi yelpaze olacak.
Bu önemli bir gelişme.
Şurası artık çok açık ki demokrasi kavramının seçimlerle sınırlı olacağı bir sürece girdik.
Erdoğan’ın geçmişte yaptıklarına bakarak, önümüzdeki beş yılın nasıl geçeceğini öngörebiliriz.
Aradaki 2,5 milyona yakın oy farkının, Erdoğan için hiçbir anlamı olmadığını göreceğiz.
Erdoğan, “Türkiye’nin yarısı beni seçti, öbür yarısı seçmedi” diye düşünmeyecek.
Ona bunu sıkça hatırlatmak görevi artık bu geniş siyasi yelpazeye düşüyor.
——————————–
