Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Ben değilsem kim, şimdi değilse ne zaman?

Çek oyun yazarı, şair ve politikacı Vaclav Havel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde özel danışmanlığını yapan psikiyatr Peter Huncik’in uzmanlık alanı “kişilik sakatlanması” idi.

Nefretin Psiko Politiği – Politik Paranoya isimli kitapta Huncik’in bir çalışmasından söz ediliyor. (Robert S. Robins – Dr. Jerold M. Post, Çeviren: İnci Kurmuş, Doğan Kitap.)

Huncik, sosyalizm döneminde yöneticilerin girişimciliği sistemli biçimde yok ettiğini, devlet otoritesinin üstünlüğünün sürekli vurgulanmasının da insanları pasifize ettiğini düşünüyordu.

Çek halkı bu dönemde devletin kendisine bakmasını isteyen bireylere dönüşmüştü.

Bireysel sorumlulukları köreltilmiş insanlar, toplumun eksikliklerinden her şeye gücü yeten devlet otoritesini sorumlu tutuyorlardı.
Huncik’in sözünü ettiği türden bir “kişilik sakatlanmasını” Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından çokça gezme olanağım olan eski Sovyet Cumhuriyetlerinde de gördüm.
Bir yandan o güne kadar derin bir korku ile ailesine ve dostlarına karşı bile güvensizleştirilmiş insanların “özgür düzene” uyum sağlamakta çektikleri sıkıntılar, öte yandan da her şeyi yukardaki bir yerlerde bulunan bir otoriteden bekleme alışkanlığı, bu ülkelerde sosyalizm sonrası büyük çöküşün en önemli nedenlerinden biriydi.

Türkiye bu konuda elbette eski bir Sovyet Cumhuriyeti ile kıyaslanamayacak kadar ileri.
Ancak yine de bir çok şeyi hala “devletten” bekleme alışkanlığımızı da tamamen değiştirebilmiş değiliz.
Bu, padişahın bütün “mülk” ile birlikte tebaanın da sahibi olduğu yüz yıllar öncesinden toplumsal genetiğimize kazınmış bir durum mu?

Yoksa, Cumhuriyetin ilk yıllarında tümüyle çökmüş bir ekonomiyi ayağa kaldırmakta itici rolü devlete veren anlayışın bir sonucu mu?

Bilemiyorum, muhtemelen ikincisi de birincisinin bir sonucu olabilir zaten.

Günümüzde “Türk girişimciliğinin” hala sırtını devlete dayama çabası da bundan kaynaklanıyor olabilir.

Ve siyasi iktidarların her dönemde kendi zenginlerini yaratmak için devlet olanaklarını sonuna kadar kullanma becerisi de!

Devlet adına yetkiyi kullanan siyasi otorite de bugüne kadar bundan son derece memnundu zaten.

Kitleleri, her şeyi yukarıdaki devlet otoritesinden beklemeye alıştırmanın bir avantaj olduğu çok açık.

Nitekim bugün neredeyse 8 kişiden biri, bunun için ayrıca bir çaba göstermesine gerek kalmadan devletin “sosyal yardımları” ile yaşıyor.

Öyle görünüyor ki yönetim bilimi literatürüne bir Türk katkısı olacak bu durum: “Sosyal Devlet” yerine, “Hayırsever Devlet”!

Her şeyi devletten bekleme alışkanlığımız günlük yaşamımızın küçük olaylarına kadar da yansımış bulunuyor.

İyi gitmeyen her şeyden yukarıda, bizim tamamen dışımızdaymış gibi görünen bir otoriteyi sorumlu tutuyoruz.

Şu soru hiç aklımıza gelmiyor: Tek başıma çözümleyemeyeceğim büyüklükte bir sorunu benim gibi başka insanlarla bir araya gelerek çözümleyebilir miyim?

Ne kadarını birileriyle el ele vererek yapabilirim, ne kadarını devletten beklemeliyim? Devlet gerçekten bir şey yapmıyorsa, o mekanizmayı harekete geçirmek için neler yapmalıyım?

Çocuğumun gittiği okulun “Aile Birliği” olarak okul binasının depreme dayanıklılığını, yangına karşı önlemlerinin etkinliğini araştırabilir miyim?

Devletin, belediyelerin olanaklarını bu iş için nasıl kullanabilirim?

Okul aile birliğinin gücü böyle bir tamiri yapmaya yeter mi?

Maddi gücümüzün yetmediği yerde bedensel – zihinsel çalışmalarımızı ortaya koyarak neler yapabiliriz?

3 – C’de okuyan çocuğun mühendis babası, 2 – A’daki çocuğun mimar annesi bu konuda bize yardımcı olamazlar mı?
Soruları o kadar çoğaltabilirim ki bu yıllığı tamamen doldurabilirim. Ama tekrar yazmak istiyorum ki temel soru şu olmalı: Ben ne yapabilirim, ne yapıyorum?

 

Türkiye’nin çok sıkıntılı bir dönemden geçtiğini tartışmasız kabul ediyoruz.

Demokrasinin bizden giderek uzaklaşmakta olan bir tren olduğunu görüyoruz.

Geleneksel medya desen, artık bizim günlük meselelerimizle de ilgili değil, demokrasi – insan hakları gibi konularla da.

Bir ümitsizliğin bir sis bulutu gibi giderek yayıldığını görüyorum.

Birçok insan yurtdışına gitmekten söz ediyor. Türkler geçen yıl, “emlak yatırımı yapıp, oturma izni alma” konusunda dünya rekoru kırdılar.

Oysa her şeyi değiştirmek bizim elimizde.

Siyasetten memnun değilsek, onu değiştirmek de.

Kim değiştirecek?

Bunu da yukarılardan birinin yapmasını mı bekleyeceksiniz, yoksa harekete mi geçeceksiniz?

Başlıktaki soruları Talmud’dan aktardım. Yanıtını siz vereceksiniz.

————————