HÜRRİYET

Bugünün Türkiye’sinde solcu olmak

ORAL Çalışlar, dünkü Radikal’de, Türkiye’nin tek ÖDP’li Belediye Başkanı’nın düzenlediği Hopa Kültür ve Sanat Festivali’nden izlenimlerini yazmıştı.

Çalışlar’ın gözlemi şu: “Türkiye’de her yerde olduğu gibi Hopa’da da solcuların kafası karışık! Darbecilere karşı çıksınlar mı, çıkmasınlar mı, düşünüp duruyorlar!”

Bunun nasıl bir kafa karışıklığı olduğunu anlayabilmek zor.

Ve durumun böyle olması bir tek şeyi gösteriyor: Türkiye’de sol ya da sosyalist partiler, ideolojik yapılarının yetersizliği nedeniyle rüzgárın önünde savruluyorlar.

Siyasi konumunu “solcuyum” diye tarif eden bir kişinin, tarihin bu döneminde, Türkiye gibi bir ülkede durması gereken çizgi bellidir: Demokrasi!

Ve bu pozisyon darbelere karşı çıkılmasını, darbecilerden hesap sorulmasının talep edilmesini gerektirir.

Devlet içinde ya da yöresinde yuvalanmış, kontrgerilla artığı çetelere karşı tutumu da bu olur: Hesap sorulması!

Ancak bu yapılırken insan haklarının korunması da esasen bu gibi konulardan canı en çok yanan solcuların savunması gereken bir şeydir.

Ergenekon soruşturmasında, hızlı ve adil yargılamanın talep edilmesi, cezaevinde bakımsızlıktan ölümle sonuçlanan olaylara karşı çıkılması da bunun gereğidir.

Öte yandan siyasi pozisyonu itibarıyla solda olan bir kişi, Türkiye’de örtülü bir din devleti uygulamalarına yönelimlere de karşı çıkar.

Üniversitede türbana, bireysel özgürlükler açısından yaklaşır ancak türbanın kadın ? erkek eşitsizliğini vurgulayan ve toplumun muhafazakárlaştırılmasındaki rolüyle de mücadele eder.

AKP iktidarının “kendine demokrat” politikalarına kanmaz.

AKP’nin ekonomi politikalarının, kendinden önceki sağ iktidarlardan farklı olmadığını, işçinin, köylünün, emeğiyle geçinenlerin bu düzende ezilmeye devam edeceğini bilir.

Türkiye’de solcu olduğunu söyleyen bir kişi, “AKP iktidarına karşıysan, darbecisin” propagandasına kendisini kaptırmaz!

Sansürcünüz iş başında!

RTÜK, dizilerde içki reklamı yapıldığına kanaat getirmiş. Başkan Zahit Akman, artık dizilere yapım aşamasında müdahale edecek bir yasa peşinde olduğunu, içki bardaklarının “mozaiklenmesi” uygulamasının yetersiz kaldığını söylüyor.

RTÜK uzmanları, senaryoları vs. inceleyip, o sahnede içki kullanımının “özendirici olup olmadığına” karar verecekmiş.

AKP’ye bakıp “demokrasi boncuğu” görenler için ne kadar zamansız bir demeç!

Beğenip seyredin ya da beğenmeyip seyretmeyin, sanatsal düzeylerini düşük bulun ya da bulmayın, bir televizyon filmine üstelik yapım aşamasında müdahale eden idareye, dünyanın her yerinde “sansür idaresi” adı verilir.

Bunun sonu da yoktur. Bugün dizilere müdahale etmek ister, yarın filmlere, öbür gün romanlara, resimlere, heykellere!

Çünkü kendisinde her şeyi en iyi kendisinin bildiğini vehmeder, kendi düşünce ve ideolojisine uygun görmediğinin başkaları tarafından izlenmesini de sakıncalı bulur.

Örnekleri ülkemizde de, dünyanın başka yerlerinde de çok görüldü.

Şimdi bu sansür hevesinin, “devlet küçükleri ve toplumu içkinin yıkıcı etkilerinden korumakla görevli” diye savunulacağını biliyoruz.

Benim gibi bu fikre karşı çıkanlara ise “kadeh demokratı” denecek, “alkolik” olduğumuz bile ima edilecek.

Demokratik bir ülkede, alkolün yıkıcı etkileriyle mücadele yöntemi sansür olamaz.

Kamu yönetimi, böyle bir tehlike görüyorsa bunu tüm iletişim ve eğitim olanaklarını kullanarak “demokratik düzlemde” gerçekleştirmeye gayret eder.

Böyle sansür hevesleri ise AKP gibi kendine özgü bir gündemi olan partiler için bir yöntemdir.

Soruşturmada bir yön eksik kalıyor

ERGENEKON soruşturması ile ilgili olarak dün gazetelerde yayımlanan haberlerde dikkatimi çeken bir şey oldu:

Hrant Dink Cinayeti ve Danıştay Saldırısı ile Ergenekon Terör Örgütü’nün “kaos yaratıcı eylemleri” arasında bir ilişki kuruluyor.

Danıştay Saldırısı ile ilgili dava sırasında, bu olay ile Ümraniye’de bulunan bombalar arasında bir ilişki olabileceği gündeme gelmişti.

Ancak mahkeme bunu o tarihte dikkate almadı ve Danıştay davasını sonuçlandırdı.

Hrant Dink cinayeti ile ilgili yargılama ise sürüyor ve o dava ile Ergenekon arasında bir bağlantı kurulmaya çalışıldığına da tanık olmadık.

Dink Suikastı’nda, polis ve jandarma istihbaratının cinayetle sonuçlanan ihmalleri olduğu da basına yansıyan haberlerden açıkça görülüyor, ancak soruşturmanın o yönde derinleştirildiğini de duymadık.

Bu yapılsaydı, Ergenekon’un devlet içindeki uzantılarına ulaşmak da mümkün olabilirdi.

Bu soruşturmanın yürütülme biçiminden bu nedenle kuşkuluyum:

Büyük iddialar var ve o büyük iddiaları ortaya koyacak ilişkiler ağı hiçbir şekilde gündeme gelmiyor!