MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Bursaspor ile Amedspor arasında oynanan maçta yaşananlar ile ilgili olarak şu yorumu yaptı:
“Bursaspor taraftarlarını selamlıyorum, milli duruşlarından dolayı tebrik ediyorum.”
Bahçeli’nin “milli duruş” diye tanımladığı şey, aslında düpedüz holiganlık.
Bursasporlu bazı taraftarların sahaya çıkan rakip takım oyuncularına yönelik şiddete varan saldırıları, rakip takım taraftarlarına yönelik linç girişimleri bu çerçevede tanımlanabilecek eylemler.
Futbol ile ilgili her şeyde olduğu gibi bu kelime de Türkçeye, İngilizceden geçti.
Şiddete varan aşırı davranışlar sergileyen fanatik taraftarları tanımlamak için kullanıyoruz.
TBMM’nin, holiganların yol açtığı zararları önlemek için çıkardığı, demeçleriyle spor sahalarında şiddeti körükleyenlerden tutun da bizzat şiddet olaylarına karışanlara kadar her türden holiganı cezalandırmayı hedefleyen bir kanun bile var.
Yani Bahçeli’nin bu demeci aynı zamanda “suç olan bir eylemi övme suçu” da oluşturuyor.
Ancak Bursa’da yaşananları, sıradan holiganların davranışları diye tanımlamak, olayın vahametini görmemek anlamına da geliyor.
Bursalı holiganlar, bu işi yaparlarken ellerinde Yeşil kod adıyla tanınan Mahmut Yıldırım isimli tetikçinin ve Beyaz Toros otomobillerin fotoğrafları olan pankartlar açtılar.
Yeşil kod isimli Yıldırım “istihbarat elemanı” olarak tanımlanıyor ancak esasen bir suç örgütü üyesiydi.
Suç örgütünün neler çevirdiğini Susurluk’taki kazadan sonra işin peşini bırakmayan gazeteciler sayesinde öğrendik. O işte benim de “tuzum var” sayılır.
Devlet içinde yuvalanmış bir çetenin, PKK ile mücadele görüntüsü altında kumar, uyuşturucu, silah ticareti gibi yasadışı işlere bulaştığını, kendi içlerinde cinayetlere varan hesaplaşmalarını, kaçırılıp öldürülen vatandaşlarımızı yıllarca konuştuk.
“Beyaz Toros otomobiller” de o günlerin simgesi.
Beyaz Toroslara bindirilip bir daha haber alınamayan yüzlerce insan.
Yargısız infazlar, kendi pis işlerini yürütmek için işledikleri cinayetleri örtbas etmek için kullanılan “vatan savunması” palavraları…
Yani Bahçeli’nin “milli duruş” diye tanımladığı şey bu.
Bahçeli, kendisini Türk milliyetçiliğinin siyasi temsilcisi olarak konumluyor; milliyetçiliğinin geldiği noktanın burası olması ne kadar acı.
Türk milliyetçiliğinin övünebileceği şey, suç örgütü üyesi bir katilin eylemleri midir?
Bu soruyu, kendisini “Türk milliyetçisi” diye tanımlayanların sakince düşünüp, yanıtlamasında yarar var.
Şuna hiç kuşku yok ki Bursa tribünlerinde o pankartları açan ve Amedspor’lu oyunculara ellerine geçeni fırlatan, taraftarlarını linç girişiminde bulunan holiganların ne aklı ne zekâları ne de yakın tarih bilgileri, Yeşil’i de Beyaz Torosları da hatırlamaya, bilmeye yeter.
Bu işin içinde belli ki bir başka “akıl” var.
Ve o “akıl”, aynı takımların Diyarbakır’daki maçında daha önce yaşanmış benzer bir provokasyon üzerinden yeni bir provokasyonu devreye sokuyor.
Günün birinde bu işlerin perde arkasını öğrendiğimizde iki provokasyonun da aynı merkezden planlanmış olduğunu öğrenecek olursak, şahsen hiç şaşırmam.
Belli ki bir merkez, Türk milliyetçisi kılığında karanlık bir şeyler tezgahlıyor.
Aynı tiplerin büyük abilerinin marifetlerinin Türkiye’yi 12 Eylül’e götürmekteki rollerini de unutmayalım.
Seçime doğru giderken toplumumuzun hassas sinir uçlarında zona yaratacak bir girişimin işaret fişeği bu.
Kimse bu işin bir avuç holigan tarafından planlanıp uygulandığına inanmamızı beklemesin.
Bu planı kimin yaptığını bulmak da her halde Recep Tayyip Erdoğan’ın bir numaralı işi olmalı.
Hürriyet’te 14 Haziran 2012 günü yayımlanan bir yazımda Fetullahçı çetenin “ortam dinleme” marifetlerine dikkat çekerek Erdoğan’ı şöyle uyarmıştım:
“Bir gizli örgüt var. Benden başka böyle bir örgütün varlığından şüphelenen yok mu?”
Erdoğan o gün bunları ciddiye alıp, takip etseydi 15 Temmuz’a varan gelişmeleri o gün durdurabilirdi.
Bugün kendisini bir kez daha uyarmak istiyorum:
Sinan Ateş cinayetinden başlayın, Bursa’yı karıştırıp Türkiye’yi yakmak isteyenlere ulaşın. Mafya şeflerinin nasıl olup da bu son dönemde bu kadar palazlanabildiklerini MİT’e sorun.
Siyasete bulaşmamış gerçek polisleri dinleyin.
Fetullahçı çete ile ilgili uyarılarımızı dinlememiş olmanızın sonuçlarını gördük.
Seçim hesapları ile kapatmayı tercih ettiğiniz gözünüzü, bari bu kez açın!
———————————-
Depremi unutmayalım!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bin odalı sarayında yeni bir “politikalar” kurulu kuracağını açıkladı.
Bu kurullardan şu anda 9 tane var. Onuncusunun adı “Afet Yönetimi Politikaları Kurulu” olacakmış.
Erdoğan, 6 Şubat depremlerini böylece “bir milat” haline getireceklerini söylüyor.
Eski Türkiye’de bu tür afetler ile ilgili önlemler almak ilgili görevler Sivil Savunma Genel Müdürlüğü içinde yürütülüyordu.
Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde bu kurum kapatıldı ve afet ve acil durumlar yönetimi AFAD’a verildi. (25 Mayıs 2009)
Erdoğan belli ki AFAD’ın son depremdeki performansından mutlu olmamış, şimdi ona paralel bir kurul daha kuruyor.
AFAD depremde iyi bir sınav veremedi çünkü kadroları bu işin ehli olan insanlardan oluşmuyordu.
AKP’nin arpalığına dönüştürülmüştü, bu kurumda yükselmek için AKP’li olmak temel ölçüt haline gelmişti.
Erdoğan bunu düzelteceğine sanki Saray, devlet içinde ayrı bir devletmiş gibi Saray’a bir politikalar kurulu daha kuruyor.
Yapması gereken önce bu işle görevli kurumu çalışır hale getirmekti.
Ancak belli ki o da bu kurumu düzeltemeyeceğini düşünüyor. Çünkü düzeltmesi demek tam da seçim öncesi birçok AKP’linin “arpasını” kesmesi demek.
Tarif edilmiş görevleri yerine getirebilecek ehil insanları seçerken Allah korusun imam hatipli olmayanları, başka partilere oy verenleri işe alması gerekebilir çünkü.
Kurumun onca eleştiriye rağmen, depremin üzerinden bir ay geçtiği halde hala birçok yerde yeterli barınma ve hijyen şartlarını sağlayamadığı ise bir gerçek.
Son günlerin siyasi gelişmelerinin, depremin önüne geçmesine bu nedenle izin vermemek gerekiyor.
Hala yardım ve çözüm bekleyen yüzbinlerce insanımız var ve onların hayatları her türlü siyasi gelişmeden çok ama çok daha önemli.
—————————–
