t24.com.tr

Sağ siyaset dar gelirliyi ezer

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, “asrın felaketini yaşıyorsak, asrın dayanışmasını da hep birlikte sergilemek durumundayız” dedi.

Ülkemizin yöneticileri maşallah konuştukları zaman şahane şeyler söyleyebiliyorlar.

Ama iş icraata gelince, konuştukları ile yaptıkları birbirini tutmuyor.

Çok ağır bir deprem felaketi yaşadık ve bu felaketin maddi boyutunun hepimize bir maliyetinin olması doğal.

Ancak yaşadığımız vergi ve zam fırtınasının tek nedeni bu değil.

Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini bir dönem “iktisat teorisyeni” zannetmesinin de etkisi var.

Kendisini iktisatçı zannetmeyip, işi bilenlere bıraksaydı hem seçimi güle oynaya kazanırdı hem de bugünkü ağır faturayı milletin sırtına yıkıp, sorumluluğu da depreme yıkmak zorunda kalmazdı.

Ancak artık o noktayı geçtik.

Ağır zamlar ve vergi artışları bir kısır döngü şeklinde yeniden ağır zamlar olarak üzerimize yıkılacak.

Madem iş bu noktaya geldi, söylediklerinizle yaptıklarınız birbirini tutsun.

Kamuda ciddi bir tasarruf olacak mı?

Mesela Cumhurbaşkanı artık sayılarını şaşırdığımız uçaklarından vazgeçecek mi? Bir uçak neyimize yetmiyor ki hangarlar özel uçak dolu?

Bunların yakıtı, bakımı, personel giderini tasarruf etsek, satıp elde ettiğimiz geliri depremzedeler için konut yapımına harcasak Cumhurbaşkanı itibarından ne kaybeder?

Seçim öncesi TOGG gösterilerinde gördük ki bakanlar filan Mercedes’e binmeseler de oluyormuş.

Musluktan akar gibi yakıt yakan o koca arabaları kiralamaktan vazgeçseler, eldekileri satsalar, TOGG’a ya da yerli üretim başka bir arabaya binseler, boncukları mı dökülür?

Müteahhitlere verilen “dolar garantili” sözleşmeleri, Türk lirasına çevirmek akla geliyor mu?

Ortaya çıktı ki müteahhitler o yolların, köprülerin inşaat maliyetlerini devletten aldıkları garantilerle çoktan çıkarmış durumdalar.

Cumhurbaşkanı hepsini karşısına dizse ve “artık dolarla sözleşme yok” dese kim ne diyebilir?

Herkes biliyor ki dolaylı vergiler dünyanın en adaletsiz vergileri.

ÖTV ve KDV arttırılacağına herkesten gelirine oranla geçici bir vergi alınsa “asrın dayanışması” daha anlamlı olmaz mıydı?

Olurdu elbette ancak unutmayalım ki sağcı bir iktidar var ve böyle iktidarlarda ekonomik yıkımın yükü her zaman ücretli ve maaşlıların, dar gelirlilerin sırtına bindirilir.

Çünkü bütün bunlar siyasi tercih meselesidir.

Bu tercih sermayeden, müteahhitlerden yana mı yapılacak, işçiden, memurdan, emekliden, üreten köylüden yana mı?

AKP, kendisinden önceki bütün sağ iktidarlar gibi bir kez daha birinciyi tercih etti.

Çünkü tercihiniz sermayeden ve müteahhitlerden yanaysa kendi cebinizi de doldurabilirsiniz.

Yolsuzlukların, ülkelerin gelir dağılımını bozma nedenlerinden biri de budur zaten.

Avanta ve komisyon peşinde koşan siyasetçi, ülkenin kıt kaynaklarını o avantayı almasına olanak verecek yerlere kaydırır.

Zaten zor zahmet ayakta durabilen işçinin, memurun, köylünün, emeklinin böyle bir olanağı yok.

Onun için de yükü onlar çekecek.

Bu yapılırken de kendilerini iyi hissetsinler diye “toplumsal dayanışma” nutukları dinleyecekler, başka çare yok!

——————————

Kız çocukları bahane, amaç başka

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, kız çocuklarını okula göndermeyen velileri ikna edebilmek amacıyla “gerekirse kız okulları açabilmeliyiz” dedi.

Kız çocuklarının okullaşmasını teşvik etmenin yanlış bir tarafı elbette yok.

Kız çocukları okuyabildikleri kadar okuyabilsinler ki içine doğdukları ortama medeniyet getirebilecek bilgiye ve mesleklere sahip olabilsinler.

İktidar koalisyonunun ortaklarından BBP Genel Başkanı, Bakan’a destek verenlerden biri.

“Küçük ortak” olduğundan el yükseltmekte sakınca görmemiş: “Japonya’daki gibi kadın üniversiteleri açmalıyız. Şehir hastanelerinden başlayarak en az bir hastane sadece kadınlara tahsis edilmeli” diyor.

O hastane ve üniversitelerde erkek hocalar ve hekimler, sağlık görevlileri çalışabilecek mi, buna değinmemiş nedense.

İktidar koalisyonunun diğer ortaklarının da kadın – erkek karışık eğitimden çok hazzetmediklerini, hatta kadınlar ile erkeklerin sosyal ortamlarda bir arada olması fikri ile barışık olmadıklarını biliyoruz.

Hüda Par’ın, Yeniden Refah’ın, BBP’nin bu konudaki görüşlerini zaten sakladıkları yok.

AKP içinde de aynı şekilde düşünenlerin sayısının küçümsenmeyecek kadar çok olduğundan kuşku duymamız için bir neden yok. Muhtemelen MHP içinde de benzer zihniyette insanlar var.

Tarikatlar tarafından kurulmuş dernek ve vakıfların, iktidarın en gözde dernek ve vakıflarıyla bu amaçla el ele vererek Türkiye çapında “yasakçılığa” soyundukları da artık sır değil.

Festivalleri, konserleri, tiyatro oyunlarını, devletin kaymakamlarını ve valilerini de arkalarına alarak yasaklatmak istediklerini, belli bir yaşam biçimini dayatmak üzere bilinçli olarak hareket ettiklerini görüyoruz.

Ulaşmak istedikleri “menzil – i maksut” kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tek tip bir yaşam biçimini topluma dayatmak.

Bu yaşam biçiminde temel hedef kadınlar ile erkeklerin alanını birbirinden kesin çizgilerle ayırmak.

Milli Eğitim Bakanı’nın aklına gelen türden şeytanlıklar da bunun bir parçası.

Milli Eğitim Bakanı bilmiyor mu ki bugünkü şartlarda bile kız çocuğunu okula yollamayan zihniyet, sadece kızların devam edebildiği okullar açıldı diye çocuklarını okula yollamaz.

Türkiye’de şu anda yatılısı gündüzlüsü, sayısını kimsenin bilmeyeceği kadar çok kuran kursu var.

Diyanet’in açtıklarını bir yana bırakın, hangi tarikatın hangi merdiven altında kurs açıp, kızları eğittiğini kimse bilmiyor.

Ağır bir dini taassup içinde yaşayan ve kızlarını normal okullara göndermeyen insanlar kızlarını zaten oralara yolluyorlar, yaşı 14 – 15’e gelip “akıl baliğ olduğunda” da evlendirmek istiyorlar.

Çocuk yaştaki kızların evlendirilmelerinin yolunu açacak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gibi kararların amacı da bu değil miydi zaten?

Milli Eğitim Bakanı, “zorunlu eğitim” kuralına rağmen çocuklarını okula göndermeyenlerin hangi zihniyetteki insanlar olduğunu bizlerden daha iyi biliyor olmalı.

Bu insanları bahane ederek, karma eğitimi hedefe koymasındaki niyet seküler yaşam biçimini hedefe koymak.

Dertleri bu.

NOT: “Kadın üniversitesi” hevesi Erdoğan’ın 4 yıl önce G 20 zirvesine katılmak için gittiği Japonya’da ortaya çıkmıştı. Mukogawa Kadın Üniversitesi kendisine fahri doktora verdiğinde böyle bir şeyin farkına varmış, o heyecanla konuşmuştu: Biz de yapacağız!

1900’lerin başında kadınların toplumsal yaşama daha çok katılabilmelerinin yolunu açmak için kurulan üniversiteler bunlar. Bizdeki kız enstitüleri, kız liseleri ve olgunlaşma enstitüleri gibi!

Erdoğan o zaman öyle söyledi ama bu üniversitelerin eğitim programlarına baksaydı, ödü kopardı, o da ayrı bir mesele!

————————————