OKSİJEN, T24 HAFTA SONU

Hikayesi olmayan güzellik, güzellik sayılmaz

Bu toprakların havasından mıdır, suyundan mıdır bilmiyorum ama her herhangi bir konu, ülkenin karpuz gibi ortadan ikiye bölünmesine yeter.

En son tartışma konumuz yeni Türkiye Güzeli.

Kendisi bir hekim ve onunla bir hastanenin acil servisinde karşılaşsanız hastalığınızı unutur, “vayy doktora bak” diye kızın güzelliğine dalardınız, buna eminim. Ancak bir Güzellik Yarışması’nda karşımıza çıktığı ve Türkiye Güzeli gibi bir büyük unvana sahip olduğu için şimdi güzel midir, değil midir diye tartışıyoruz.

İdil Bilgen’i güzel bulmayanların neden güzel bulmadıklarını anlayabiliyorum; güzel bulanların neden güzel bulduklarını anlayabildiğim gibi.

Anlamadığım tek şey “sen hekimsin, güzellik yarışmasında ne işin var” itirazı. Niye olmasın, güzel olabilmek için bir meslek sınırlaması mı var?

Aslına bakarsanız kendisini “çirkin” diye tanımlayacak bir kadına rastlamak da kolay değildir.

Her kadın doğal olarak kendisini güzel bulur. Sadece “bazı kusurları” vardır; dışardan bakanlar için bir anlamı olmayan kusurlardır çoğu da.

Kimsenin görmediği, göremeyeceği yerlerinin, mesela ince bağırsaklarının ortalarında bir yerin “o kadar da ince olmadığını” düşünen bir kadının varlığını duysam, hiç şaşırmazdım.

Japon yazar Haruki Murakami’nin, öykülerini içeren Birinci Tekil Şahıs’daki Karnaval isimli hikâyenin kahramanı “çirkinliğinden mutlu olan bir kadın”.

Ve onu çevresindeki erkekler açısından çekici kılan da bu özelliği.

Carla Bruni de vaktiyle bir televizyon programında yüzüne karşı “yaşlandığını” söyleyen densiz bir sunucuya şunu söylemişti:

“Yıllar geçse de erkekler de kadınlar da cazip olabilirler ve cazibe her zaman güzellikten daha önemlidir.”
Eski bir kız arkadaşım da başkaları tarafından çirkin bulunduğunu bilir, bundan da hiç rahatsız olmazdı.

Hatta bunun üzerine espriler yaptığı bile olurdu ama “yine de ne olur ne olmaz” diyerek bu esprilerine hiç gülmediğimi belirteyim.

Carla Bruni, “cazibe, deneyim ve zekâyla ilgilidir” derken “kalıcı olanın önemli olduğunu” vurguluyordu.

Yıllar önce Dünyada en fazla estetik ameliyatının Lübnan’da yapıldığı ile ilgili bir araştırma görmüştüm.

Araştırma, Lübnanlı üç kadından birinin, estetik amaçlı olarak ameliyat olduğunu gösteriyordu.

Rapora göre bunun temel nedeni uzun süren iç savaş ve komşularla yaşanan silahlı çatışmalar nedeniyle erkek nüfusunun azalmasıydı. Erkek sayısının azlığı kadınlar arasında bir eş bulabilme yarışına dönüşmüş.
Kadınlar güzellikleri ile erkekleri etkileyebileceklerini düşündükleri için burun estetiği, alın çizgilerine botoks, kaş kaldırma, dudak ve yanaklara dolgu, çene küçültme ve göğüs büyütme gibi ameliyatlar oluyorlarmış.

Şunu söylemeliyim ki bir erkeği etkilemenin birinci yolu “plastik güzellik” değildir.

Öyle olsaydı, hepimiz az sayıdaki kadının peşinde koşarken telef olurduk.

Nitekim Ortega y Gasset, erkeklerin ilgilerinin her zaman plastik olarak en güzel kadına yönelik olmadığına dikkat çekiyor.

Bu tür plastik güzelliğin kadını bir tür sanat eserine dönüştürdüğünü ve kendini yalıtlayarak erkeklerle arasında bir mesafe oluşturduğunu da iddia ediyor.
“Aşkın öncü görevini üstlenen yakınlaşma arzusu salt bu beğeninin getirdiği uzaklık nedeniyle olanaksızlaşmış olur” diyor.
Bilmiyorum şimdiki gençler için de aynı şey geçerli midir ama bizim zamanımızda en yalnız kız, her zaman okulun en güzel kızı olurdu, ona yaklaşmaya çekinilirdi, “beni beğenmez” diye. Gasset’in tarif ettiği böyle bir durum olmalı.

Ortega y Gasset’in, “plastik güzellerden sadece alıklar ve bakkal çırakları hoşlanır” diye yazdığını da ekleyeyim!

Plastik güzellik elbette tanımlanabilir bir şeydir. Yüzdeki altın orandan tutun da bacak boyunun gövdeye oranına, göğüs – bel – kalça oranlarına kadar matematiksel açıklamalarını da bulabiliriz.

Ama bundan bizim için “mükemmel bir güzel kadın” çıkar mı, bu çıkan kadın herkeste aynı duyguyu yaratır mı?
Film oyuncularından, mankenlerden, güzellik kraliçelerinden söz etmiyorum. Onlar zaten bize güzel olarak sunuluyorlar. Tanışmadığımız, oturup konuşmadığımız için de onları güzel bulmaya devam ediyoruz.
Bütün mesele onlarla tanıştıktan sonra da aynı şekilde düşünüp düşünemeyeceğimiz ile ilgilidir.
Burada belirli bir erkeğin güzel bulduğu kadından söz ediyorum. Mehmet için “mükemmel güzellikte” olan bir kadın, Özgür’e hiçbir şey ifade etmeyebiliyor. Onun beğenip “mükemmel” bulduğunu da Recep beğenmiyor gibi!

Unutmayalım ki “âşık olup uğruna çöllere düştüğün, geceler boyu ıstırap çektiğin Leyla, bu yüzüne bakılamayacak kadar çirkin, topal ve ağzı çarpık kadın mıydı?” diye soran Emir’e, Kays (Mecnun’un asıl adı) “Siz bir de onu benim gözlerimle görseniz” diye yanıt vermişti.

Onun gibi bir durum yani.

Öte yandan tek tek “parçalara” bakarak bir güzel – çirkin tanımına ulaşabilmek de mümkün değil.

Alalım Julia Roberts’i.

Kendisi Grace Kelly, Rita Hayworth ya da Laureen Bacall gibi “kusursuz plastik güzel” değil.

Tek tek bakalım: Bir kere ağzı, “çarık ağızlı” denecek kadar büyük. Diz kapaklarının bir benzeri, ancak süpürgesi üzerinde uçan bir cadıda olabilir. Bacakları çırpı gibi, hafif de çarpık.

Ama Julia Roberts güzel. Çirkin diyeni Allah çarpar mı, çarpar.

Kendisi size sunabileceğim tek bir örnek de değil.

Onu güzel buluyoruz çünkü “anlatımcı bir çekiciliği” var.

Bize bir hikâye anlatıyor ve o hikâyenin merkezinde yer alan kadını güzel bulmamamız olanaksız. Ona bakınca başarılı, zeki, güzel bir kadın görüyoruz.

İdil Bilgen’e bir de böyle bakmayı deneyin bakalım, fikriniz değişecek mi?

————————