Üst düzey bürokratların elektronik imzaları çalınarak yüzlerce kişiye sahte diploma ve sahte akademik unvan verildiği ortaya çıktı.
Sahte belgelerle “okumuş çocuk” olanlar arasında 2. Abdülhamit’in dördüncü kuşaktan torununun bile bulunduğu bildiriliyor.
Sahte belgelerle akademik unvan alanlar arasında hukukçular, hekimler, mühendisler, eczacılar, öğretmenler var.
Bunların sayısının 400 kişi olduğu bildiriliyor.
65 kişilik bir çete, kişisel verileri ele geçirmek, bozmak, yok etmek ve sahte belge üretmekle suçlanıyor.
Şimdi bir aritmetik işlemi yapabiliriz: 400 kişi sahte belge alanlar, artı, 65 kişi sahte belgeleri üretenler, aracılık edenler vs.
Toplamı 465 yapıyor ve bunu hesaplayabilmek için de atom çekirdeğini parçalayacak düzeyde bir bilgiye ihtiyaç yok.
Haberlere göre bununla ilgili olarak 200 kişi hakkında suç duyurusunda bulunulmuş.
Bir aritmetik işlemi daha yapalım: 465 suçlumuz var, eksi, haklarında suç duyurusunda bulunulan 200 kişi, eşittir: 265 kişi.
Haklarında suç duyurusunda bulunulan 200 kişi ile haklarında suç duyurusunda bulunulmayan 265 kişi arasında nasıl bir fark var derseniz, yanıtını kolayca tahmin edebilirim.
“Masum suçlular” sırtı kalınlardan olmalı.
Bu devirde sırtının kalın olabilmesi iktidar merkezine yakınlık ve uzaklıkla ilgili.
Merkez halkaya ne kadar yakınsanız ya da o halkadan birilerine ulaşabilecek ve hatırının kırılması zor olan bir yakınınız varsa yeterli bir koruma zırhına sahip olabilirsiniz.
Bu 265 kişinin avantajı bu olmalı.
Kayırmacılık ve nepotizmin zirveye çıktığı bir iktidar döneminde şaşılacak bir durum değil tabii.
İşin ilginci YÖK Başkanı da “yasal boşluklar var, mevzuatımızda bu konulara ilişkin net hüküm yok” diyor!
Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesini sağlayan kurumun başındaki adam söylüyor bunu.
Ve sahte belgelerle profesör, doçent, doktor unvanlarını kapanların kimler olduğunu da ısrarla açıklamıyor.
Oysa yapılacak ilk iş bu olmalı ki bu reziller kimlerdir herkes öğrensin.
Ama dedim ya aralarında iktidara çok yakın kişiler olmalı.
Bilmem kim beyin kardeşi, falanca hanımın yeğeni gibi! Hatta şu bile olabilir: Bilmem kim beyefendinin mahdumunun dünürünün kuzeninin gelini!
Sanırım bu sahtekarların sıralı tam listesine ancak iktidar değiştiğinde ulaşabileceğiz.
O zamana kadar sırtı kalın arkadaşlar, üniversitelerde öğrenci yetiştirmeye devam edebilecekler.
Böyle bir akademik kadronun yetiştirdiği öğrencilerin mesela ne kadar hukuk öğrenebildiklerini merak ediyorsanız, Adliye’nin bugünkü haline bakmanız yeterli olacaktır!
——————————–
T.C. artık kanun devleti bile değil
İstanbul’da “faaliyet gösteren” bir ağır ceza mahkemesi, Fatih Altaylı ile ilgili iddianameyi “inceledi” ve kabul etti.
Bu işlemi yapınca bir de “tensip zaptı” tutuyorlar, buna göre Altaylı, 3 Ekim 2025 günü ilk duruşmasına tutuklu olarak çıkacak.
Altaylı 21 Haziran günü akşam saatlerinde göz altına alınmış, 22 Haziran günü tutuklanmıştı.
Bu durumda Fatih Altaylı, hakkında uydurulan bir suç için mahkemeye çıkana kadar 104 gün hapiste tutulmuş olacak.
Şikayetçinin Cumhurbaşkanı olduğunu da dikkate alacak olursak o tarihte başına ne geleceğini kestirebilmek de mümkün değil.
Hukuk mu işleyecek, yoksa guguk mu; bunu o gün göreceğiz.
Altaylı, Cumhurbaşkanı’nı tehdit suçu işlediği iddiasıyla yargılanacak.
Savcının hazırladığı ve mahkemenin de beğendiği iddianameye göre Altaylı’nın programda söylediği sözler “Cumhurbaşkanına karşı kanunsuz fiiller kapsamında” imiş.
Altaylı’nın “milletin daha önce hoşuna gitmeyen padişahları öldürdüğüne ve boğduğuna” dikkat çekmesi ve “hakiki bir diktatörlük kurma hayali olanlar asla kuramazlar, tam kurduklarını zannederken bir de bakarlar ki kuramamışlar ve tam aksine bu onların da lehine de olmaz ülkenin de lehine olmaz” demesi savcıya göre “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının hayatına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceğinden bahisle tehdit” suçu oluşturuyor.
Bunu daha önce de yazmıştım, tekrarlayalım diye düşündüm.
Fatih Altaylı’nın tutuklanarak susturulmasına gerekçe olan Türk Ceza Kanunu’nun 310. Maddesi’nin 2. Fıkrası şöyle:
“Cumhurbaşkanına karşı diğer fiili saldırılarda bulunan kimse hakkında, ilgili suça ilişkin ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur. Ancak, bu suretle verilecek ceza beş yıldan az olamaz.”
Bizim Ceza Kanunumuz, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçunu ayrıca düzenliyor.
Buradan da anlıyoruz ki “Cumhurbaşkanına fiili saldırı” suçu sözle, yazıyla gerçekleşemez.
Eğer söylenen bir söz ya da yazıdaki bir cümle, “fiili saldırı” kapsamında değerlendiriliyor olsaydı, “Cumhurbaşkanına hakaret” suçu diye ayrı bir suç tanımı ve ceza tayini gerekmezdi.
Madde Cumhurbaşkanı’na suikast teşebbüsü suçunu da suikast gerçekleşmiş gibi cezalandırdığına göre de zaten ikinci madde “yaralamaya yol açmayacak fiili saldırı” şeklinde yorumlanmalı.
Mesela Cumhurbaşkanı’na yumurta atamazsınız. Zaten atmamalısınız da!
Eğer mahkeme, bu fiili saldırı sırasında kullanılan nesneyi “silah gibi” değerlendirirse de zaten yine birinci fıkrada düzenlenmiş suikast suçu gerçekleşmiş gibi yargılanırsınız.
Öyle bir durum olsaydı Altaylı zaten aynı maddenin “suikast” eylemini cezalandıran birinci fıkrasına göre yargılanacaktı.
Onun için bu maddenin tanımladığı “fiili saldırı” yaralanmaya yol açmayacak düzeydeki fiili saldırıları kapsıyor olmalı.
Fatih Altaylı’nın tutuklanmasına gerekçe yapılan konuşması, adı üzerinde “konuşma”.
Konuşarak bir T.C. vatandaşını rencide edecek bir eylemde bulunuyorsanız bu, fiili saldırı değildir.
Geriye kalıyor Altaylı’nın “tehdit” suçu işleyip işlemediği meselesi.
TCK, “tehdit” suçunu 106. Maddesinde düzenliyor:
“(1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı dokuz aydan az olamaz. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikâyeti üzerine, iki aydan altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Tehdidin;
a) Silahla,
b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle,
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.”
Bir hukukçunun, Altaylı’nın video yayınında söylediği sözleri, kanunun bu maddesi ışığında “tehdit” olarak değerlendirebilmesi için bizzat “tehdit altında” olması lazım gibi geliyor bana.
Ki günümüzde HSK’nın yapısına bakarsanız savcılar ve hakimlerin üzerinde böyle bir tehdidin varlığı su götürmez bir gerçek.
İmamoğlu’nun diploması ile ilgili davaya bakan idari yargıçların ya da Ayşe Barım’ın tutuklanmaması gerektiğini düşünen yargıcın başlarına gelenlere bakarsanız bu tehdidin somut örneklerini de görebilirsiniz.
Türkiye, Erdoğan rejiminde hukuk devleti olmaktan çoktan çıktı. Anayasa’da öyle yazıyor ama takan yok.
Ve artık öyle görünüyor ki kanun devleti olmaktan da çıkıyor, muktedirin keyfine göre vatandaşlara ceza kestiği bir düzene geçiyoruz.
Padişahlar, krallar bile kendilerini çıkardıkları kanunlar ile bağlı kabul ediyorlardı, Türkiye’de artık böyle bir kural da kalmadı.
———————————
