RADİKAL

Aşk, saçmalıkları bile affettirir

Bir erkeğin bir şehri sevmesi için o şehirde çok sevdiği bir kadının yaşaması gerektiğini söyleyen bir arkadaşımdan bahsetmiştim geçen hafta.

Radikal okuyucusu Çiğdem Toker bu sözün aslını bana yollamak inceliğini gösterdi.
Savaş sonrası İngiliz edebiyatının en özgün isimlerinden birisi olarak kabul edilen Lawrence Durrell, kendisine büyük ün kazandıran ‘İskenderiye Dörtlüsü’ romanının ‘Justine’ başlığını taşıyan birinci cildinde şöyle diyormuş:
“Bir kent, içinde sevdiğiniz biri yaşıyorsa bir evrendir.”
Toker’in e-postası bana ulaştığında nedense Tiran aklıma geldi. Arnavutluk’un başkenti Tiran…
Kosovalı mültecilerin yerleştirildiği kampları görmek için Arnavutluk’a gittiğimden beri bu kentten ve bir zamanlar kendisinin haberi bile olmadan Türk sol hareketinde önemli bir yer kazanan Enver Hoca’dan söz etmek istiyordum.
Serbest çağrışım bu olmalı ki Durrell’in sözü bana Tiran’ı yazma fırsatı verdi.
Tiran aslına bakarsanız ‘romantik’ bir kent olmak için her şeye sahip. Kenti çevreleyen sarp dağlar, yemyeşil düzlükler, kentin ortasından geçen Ishm ırmağı.. Ama bu görüntüyü bozan ‘sosyalist gerçekçi’ mimarinin iğrenç örneklerini de unutmamak gerek.
Tiran ve Arnavutluk üzerinde uzun sayılabilecek helikopter yolculukları yaptım. Tabiatın olağanüstü güzelliğini görmemi engelleyen bir tek şey vardı: Koruganlar… Ya da Hitler Almancasıyla ‘bunkerler’ mi demeliydim?
Arnavutluk’ta dört milyon kişi yaşıyor. Her türlü ölçeğe göre son derece küçük olan bu ülkede tam 730 bin korugan bulunuyor.
Enver Hoca’nın ‘sosyalist halk cumhuriyetini’ korumak için yapılmış 730 bin korugan!
Enver Hoca’nın düşüncesine göre tüm dünyanın gözü Arnavutluk’taki sosyalist rejimi yıkmaktaydı. Onun için Kültür Devrimi sırasında yarı askeri sivil güçler neredeyse tüm topluma yaygınlaştırılmıştı. Bu savunma stratejisine göre Arnavutluk gerektiğinde ev ev savunulacak şekilde donatılmalıydı. Ve öyle de oldu.
Helikopterle uçarken istisnasız her evin bahçesinde bir korugan yavrusu gördük. İrice köylerin etrafı da ayrıca daha büyük koruganlarla çevrilmişti. Tiran’ın etrafı ise ‘dev’ koruganlar ile doluydu.
Bir paranoyağın bütün bir toplumun hayatını nasıl değiştirebileceğinin insanın içini ürküten görüntüleriydi bunlar.
İnsanlar bir lokma ekmek için açlıktan sürünürken milyonlarca doları beton ve demire dönüştürüp, evlerin bahçelerine dökmekten başka bir şey değildi yapılan. Biz Arnavutluk’u korumak için yapılan o 730 bin koruganın üzerinde uçarken, NATO uçakları ve güdümlü füzeler binlerce kilometre öteden gelip Tiran’a bir taş atımı mesafedeki Sırbistan’ı bombalıyordu. Enver Hoca’nın kültür devrimini yaşayan Arnavutların ne düşündüklerini, kendilerini nasıl hissettiklerini gerçekten çok merak ettim.
Sonra aklıma 1980 öncesinin Enver Hocacıları geldi. Acaba o günlerde bir orijinallik olsun diye mi seçmişlerdi Enver Hoca’yı, yoksa gerçekten böyle büyük bir paranoyağın şahsında gerçek bir düşünür mü bulmuşlardı? Bunu da çok merak ettim.
Durrell’in sözünü iznini almadan şöyle değiştirmek istiyorum: İçinde sevdiğin biri yaşamıyorsa, evren, Tiran’daki koruganlar kadar acınılası ve saçmasapandır!