Yıllar önce Tempo Dergisi’nde Türkiye’deki yönetim biçimini ‘gerontokrasi’ olarak tanımlamıştık. Siyaseti yaşlı liderlerin tekeline alan, gençlere söz hakkı tanımayan politik düzeni eleştirmiştik, bu deyimle.
Alparslan Türkeş’in ölümü bir bakıma yaşlı liderler döneminin sonuna yaklaştığımızı da haber veriyor.
Bizler ölünün ardından konuşmayı yakışıksız bulan bir toplumun fertleriyiz. Ölenin ardından sorulan soruya her şart altında ‘merhumu iyi bilirdik’ cevabını veren bir ümmetin çocuklarıyız.
Bu yüzden Alparslan Türkeş’in ölümünün ardından birçok gazete ve köşe yazısına hâkim olan havayı yadırgamıyorum.
Toplumun bir kesiminin acıları tazeliğini korurken ortaya çıkıp, geçmişin muhasebesini yapmayı yakışıksız buluyorum. Tarih, Alparslan Türkeş için de son kararı verecek en iyi yargıç olacaktır.
70’li yıllar boyunca benim kuşağımı acılara boğan, binlerce yaşıtımı ve birçok arkadaşımı hayatlarının baharında mezara gönderen, birçoğunu sakat bırakan bir dönemin sorumlu isimlerinden biriydi Alparslan Türkeş. Ama bütün sorumluluğu da bir tek adamın üzerine yıkmanın haksızlık olduğunu düşünüyorum.
Unutmamalıyız ki, o günlerin siyaset meydanında ‘bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz’ diyen politikacılar da vardı, silaha sarılmayı ‘meşru müdafaa’ olarak tanımlayanlar da…
Alparslan Türkeş artık sevaplarıyla anılacak. Günahları ise Tanrı’nın bağışlayıcılığına havale edilecek. Tanrı, günahlarını affetsin.
Gözler şimdi Alparslan Türkeş’in ölümüyle dengeleri bozulan sağ kesimde.
Tansu Çiller’in, Türkeş’in yattığı hastaneye gelişinde gördüğü tezahürat üzerinde önemle durulmaya değer bir olay gibi görünüyor.
Çiller, “Devlet için kurşun atan da şereflidir, kurşun yiyen de” sözlerinin karşılığını MHP tabanından aslan payını alarak tahsil etme planlan yapıyor.
Bir merkez sağ parti, siyasi yelpazenin sağ ucuna yaklaşarak oy kapmaya, varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bu eğilim yakında ANAP’ı da etkisi altına alacak.
Siyasette, aşırı uçlardaki siyasal hareketlerin söylemleri, merkez partilerinin politikaları üzerinde etkili oluyor.
Refah Partisi’nin ve siyasal İslamcılıktaki yükselişin ANAP’ı da DYP’yi de nasıl etkilediği ve bu etkileme sonucunda geliştirilen politikaların iki merkez partisini kendilerinden daha sağdaki bir siyasi partinin altına nasıl düşürdüğünü geçen seçimlerde gördük.
Şimdi ANAP ve en çok da DYP aşırı milliyetçi akımlardan etkilenecekler, oradan oy kapmak uğruna kendi gerçek tabanlarının duymak istemediği politikaları seslendirecekler.
Türkiye, siyasetin daha da sağa kayacağı; demokratikleşme, hukuk devleti gibi özlemlerin susturulacağı yeni bir döneme giriyor. Bu dönemin sonunda merkez sağ partilerdeki erimenin daha da hızlanıp, uçlardaki partilerin daha da güçleneceğini göreceğiz. Bu gelişmelerin hayırlı sonuçlar yaratmayacağını düşünüyorum.
