Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Herkesin bilmediği olağanüstü yerler

Çocukluktan ergenliğe geçtiğim dönemde en büyük idolüm Kaptan James Cook’tu.

Eski yazılarımdan birinde anlatmıştım; Büyük Kaptan’ın keşif yolculuklarının öykülerini heyecanla okur, bir yandan da ‘artık keşfedilecek yeni yer kalmadı’ diye hayıflanırdım. Kaşiflerin bilinmeyene ulaşma tutkuları, bunun için hiç bir fedakârlıktan kaçınmamaları beni büyülerdi. Antalya’da İskele’den kiraladığım kayığın küreklerine asılıp Falez’in küçüklü büyüklü mağaralarına girdiğimde ya da bisikletime atlayıp Faselis’e doğru yollandığımda Kaptan Cook’un Pasifik’in insan ayağı değmemiş adalarına çıktığında neler hissettiğini anlamaya çalışırdım.
Yıllar öncesinin duygularını yeniden hatırlamama yol açan şey bir kitap oldu. Müjde ve Sevan Nişanyan’ın yazdıkları “Herkesin Bilmediği Olağanüstü Yerler” (Boyut Yayın Grubu) isimli kitabın sayfalarını çevirirken hem sevindim, hem üzüldüm.
Sevindim: Demek ki Türkiye’de daha hâlâ vandallığımızdan ve değer bilmezliğimizden kendini kurtarabilmiş yerler kalmış.
Sonra, bir zamanlar kimsenin bilmediği, otomobille gidilemeyen birçok yerde gördüğüm olağanüstü güzelliklerin, 30 yıl içinde nasıl ‘dubleks yazlık’ sevdamızın kurbanı olduğunu hatırladım. Üzüldüm: Çok yakın bir gelecekte bu güzelliklere de veda etmek zorunda kalacağız.
Kitabın yazarlarının ‘önsöz’de şu satırları karalarken içlerinin nasıl yanmakta olduğunu hissettim:
“Gizli hazinelerimizi herkese göstermek iyi bir fikir mi bilmiyoruz. Bu kitabı biraz ürkerek yayımlıyoruz. Seçtiklerimiz sıradışı yerler, tılsımı olan yerler. Onları 25 yıllık bir süreçte keşfettik. Çoğuna tekrar tekrar döndük. Her seferinde kendimizi bir an için de olsa günlük yaşamın sıradanlığından kurtulmuş hissettik. Plajda tembellik ederken asla duymadığımız özgürlük ve coşku duygusunu bu yerlerde yaşadık. Yakınlarımıza heyecanla anlattık.
“Aynı heyecanı şimdi daha geniş bir çevreyle paylaşmanın cazibesine karşı koyamıyoruz. Ümitli olmak için bir neden yok. Devlet ile vatandaşın el ele amansızca bir kararlılıkla sürdürdüğü bu yıkıma hiçbir gücün karşı koyabileceğine inanmıyoruz.”
Nişanyanların büyük bir vatan sevgisi ile bir iğne oyası gibi işledikleri kitabı okumasanız bile evinizde bulundurmalısınız diye düşünüyorum. Hatta fırsat bulursanız bu kitabın rehberliğinde ‘Cennet ülkeme veda’ temalı bir seyahat bile programlayabilirsiniz.
Çünkü hiç kuşkunuz olmasın bu olağanüstü yerlerde bir süre sonra ‘sınırlı sorumlu’ yazlık kooperatifler yükselecek. Çoğu yılın 11 ayı boş kalacak da olsa..
Çünkü eminim Ankara’da bir masada haritaya bakan birisi oradan geçirilecek dört şeritli bir yolun ‘turizmi nasıl patlatacağını’ hayal edecek. O yol oradan geçtikten sonra görülmeye değer hiçbir şey kalmayacağını aklına bile getirmeden..
2 megavatlık bir santral inşaatından kazanılacak üç kuruş para ve avanta için binlerce değişik bitkinin yaşadığı, on binlerce küçük canlıya yuvalık eden yeryüzü cennetlerinin moloz yığınları altında kalacağını göreceğiz.
İşte o zaman bu kitap bir eski anı olacak. Hatırlanıldığında insanın burnunun direğini sızlatan, bir daha hiç kavuşulamayacak olan eski sevgilinin yazdığı bir mektup gibi…