Kızımla çok sevdiğimiz ortak bir oyunumuz var: İstanbul’un büyüklüğü içinde kaybolmak!
Nereye gittiğini bilmediğimiz, daha önce hiç geçmediğimiz yollara rastgele saparak oynadığımız bir oyun bu. Bir tür ‘kâşiflik’ oyunu. Bu sayede İstanbul’un daha önce hiç görmediğimiz birçok yerini görme, ilginç lokantalar ve yeni lezzetler bulma imkânımız oluyor.
Bu kayboluşlar sırasında beni İstanbul’a bağlayan şeyin aslında doğal güzelliklerden çok, şehrin anarşik ortamı olduğunu da keşfettim.
Her gün kenarından geçip gittiğim ama nedense hiç yolum düşmeyen Gaziosmanpaşa’yı da dün bu tür bir keşif gezisine çıktığım okul arkadaşımla birlikte tanıdım.
Birbiri üstüne yığılmış, yarısından çok daha fazlası sıvanmamış, tepelerinden demir filizler fışkıran tuğla binalara girip çıkan insanları seyrettik. İnanılmaz bir hareketin sürdüğü caddelerini, sokaklarını arşınladık.
Yol kenarına dizilmiş ‘cafe bar’ları, ‘ocakbaşı birahanelerini’, ‘export’ mağazalarını, toptancıları, benzin alana çekilişle otomobil dağıtan istasyonları keşfettik.
Türk sanayisinin en eski fabrikalarının tek tük de olsa ayakta kaldığı, yeni atölyelerin arasında kaybolduğu bu ‘yeni kent’teki devinimin Türkiye’nin gerçek potansiyelini yansıttığını gördük.
Gaziosmanpaşa’nın ‘altına hücum dönemi’nin bir western kasabasını andıran görüntüsüne bakıp şehircilikten, düzenli kentleşmeden, estetik yoksunluğundan söz etmenin fazla kolaycılık olduğunu düşünüyorum.
Gaziosmanpaşa ve benzeri semtlerdeki sosyal ve ekonomik hareketliliğin hem bugünün hem de yarının Türkiyesi’nin ‘açık demokratik toplum’unun güvencesini yarattığını düşünüyorum.
‘Para sihirbazı’ olarak tanınan George Soros, kendisiyle yapılan bir mülakatta “Açık toplum, benim gibi birinin yaşayıp zenginleşebileceği bir toplumdur” diyordu. Gaziosmanpaşa’nın anarşik ortamını görünce bu sözleri hatırladım.
Soros, “Barış içinde bir arada yaşamak için kurumlar ve çıkarlarımız olmalıdır; iktidarın düzenli bir biçimde transferini gerçekleştirmek için demokratik bir hükümet biçimimiz olmalıdır; yapılanlara tepki veren ve hataların düzeltilmesine olanak tanıyan pazar ekonomimiz olmalıdır. Hepsinden öte hukukun üstünlüğü gerekir. Faşizm ya da komünizm gibi ideolojiler; bireyin genele boyun eğmek zorunda bırakıldığı) toplumun devletin baskısı altında tutulduğu ve devletin de gerçeği simgelediğini iddia eden bir dogmanın hizmetinde olduğu kapalı bir toplum yaratırlar. Böyle bir toplumda özgürlük olamaz” diyordu.
Türkiye’yi açık topluma götürecek gerçek gücün İstanbul’un hareketli varoşlarında kımıldamaya başladığını, kabına sığamaz hale geldiğini ve bugün yaşadığımız birçok sıkıntının temelinde, bu güce hayat hakkı tanımamaya çalışan otoriter toplum yapımızın yattığını düşünüyorum.
