Norveçli yazar Jostein Gaarder, felsefe tarihi boyunca sorulmuş soruları ve cevapları, sürükleyici bir romanın akışı içinde anlattığı Sofi’nin Dünyası’nda (Pan Yayıncılık, Çeviren: Gülay Kutal) “İyi bir filozof olmak için gereken tek şey hayret etme yeteneğidir” diyor.
Gaarder’in romanından aktarıyorum:
“Küçük çocukların hepsinde bu yetenek vardır. Çünkü çocuklar doğduktan birkaç ay sonra yepyeni bir gerçeklikle karşı karşıya geliverirler. Büyüdükçe hayret etme yetenekleri kaybolur gibi olur.
“… Birkaç kelime konuşabilecek yaşa geldiğinde, çocuk, her köpek görüşünde durup ‘hav hav’ der. … Sırtında yaşanmış epeyce yıl taşıyan bizler, bebeğin bu coşkusunu biraz abartılı buluruz. ‘Tabii, tabii’ deriz çok alışkın bir tavırla, ‘hav hav işte.’… Biz bebek gibi heyecanlanmayız, çünkü çok köpek görmüşüzdür o güne dek.
“Bebek, köpek gördüğünde aklı başından gitmeyecek bir hale gelene kadar, belki yüz kez daha tekrarlar bu çılgınlık gösterisini. Ancak çocuk konuşmayı – ve de felsefi düşünceyi- bile daha tam öğrenememişken dünya bir alışkanlık haline gelir.”
Necmettin Erbakan’ın son olaylar karşısında izlediği çizgiye neden hayret etmediğimi bu satırları bir kez daha okuyunca daha iyi anladım.
Erbakan, gazeteciliğe başladığım yıllarda Ecevit’in başbakan yardımcılığından, Süleyman Demirel’in başbakan yardımcılığına yeni geçmişti.
1. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin kuruluş günlerinde onu yakından izlemiştim.
O zamanlar beni şaşırtırdı. Her davranışından bir anlam çıkartır, her sözünün altında bir hikmet olduğuna inanırdım. Yalnızca ben mi? Benden daha tecrübeli gazeteciler de tıpkı hepimizden daha tecrübeli Demirel ve Ecevit gibi onu hayretle izlerlerdi.
1977 seçim kampanyası boyunca onu daha yakından tanıma olanağı buldum.
0 sırada Yankı Dergisi’nde de birlikte çalıştığımız Avni Özgürel ile birlikte Hoca’yı izliyorduk. Bir keresinde bize TKP’nin (Gençler için not: Türkiye Komünist Partisi) legal hale getirilmesi gerektiğini, demokrasinin bu tür kısıtlamaları taşıyamayacağını anlatmıştı. Ayrancı’daki MSP merkezinde üç saate yakın bekletildikten sonra böyle bir demeci almanın keyfiyle dergiye döndüğümüzde bizi bekleyen sürprizi elbette bilmiyorduk.
Hoca, dergi yayımlandıktan sonra bize anlattıklarını söylemediğini, bunları kafamızdan uydurduğumuzu açıklayacak, biz de o zamanki patronumuz Mehmet Ali Kışlalı’dan bir güzel fırça yiyecektik.
2. Milliyetçi Cephe’nin ardından gelen ünlü kadayıfın altı kızardı, kızarmadı toplantılarında artık Hoca’nın sözlerini eğlenerek dinliyor, basın toplantısının ardından yiyeceğimiz kadayıflara Hoca’nın sözlerinden daha çok değer veriyorduk.
Erbakan’ın son günlerde yaptıklarına bakınca eski günleri hatırlıyorum.
Hoca hâlâ aynı hoca. Laf kalabalığına getirerek meseleleri ertelemeyi, içi boş siyasi mesajlar vermeyi, herkesi bekletmeyi hâlâ çok iyi başarıyor.
Ama, Hoca’nın yeniden vizyona koyduğu ‘kadayıfın altı’nın yeni versiyonları artık bana sıkıntı veriyor.