Kafamın içinden geçen düşüncelerin kaynağının, kendime ve çevreme yabancılaşmamdan, zaman duygusunu kaybetmiş olmamdan kaynaklandığını zannediyordum.
Meğerse bunun nedeni ruh durumumdaki değişkenliklerden ve kayıtsızlıktan başka bir şey değilmiş. 
Lacivert suların üzerinde, elimde bir yelken ipini çekiştirerek, lodosun önüne katılmış bir kuru yaprak gibi sürüklenirken aklımda sadece bir tek şey vardı: Tembellik, dünyanın en iyi durumudur!
Bir yavaşlık duygusu
Hiçbir şey yapmadan, arada sırada bir iki ipi geriye doğru çekmekten başka bir şey yapmana gerek kalmadan rüzgârın önünde sürüklenmek…
Saatte 5 mili ancak bulan bir hızla, engin bir denizin ortasında seyretmek, insanda sadece yavaşlık duygusu yaratıyor. 
Yavaşlığın hatırlama, hızın unutma isteğiyle ilişkili olduğunu yazan Kundera geliyor aklıma…
O kadar yavaşız ki denizin üzerindeki her dalgayı hatırlıyor gibiyim.
Sanki geçen yaz da o oradaydı, yine aynı şekilde teknenin bordasına vurup kırılıyordu gibi… 
Hatta mavi yelkenlerini şişirip uzağımızdan geçen bir Jeanneau’nun da daha önce yine tam da o noktada olduğunu…
36 derece 42 dakika 648 kuzey, 28 derece 53 dakika 664 doğu…
Neden, beynin ön lobu!
Öyle bir noktadayım ki, daha önce yine tam da burada elimde bir kadeh “fume blanc” Sarafin’le teknenin burnunda durmuşum gibi…
Meğerse buna yol açan beynimin sol şakak lobundan başkası değilmiş. 
“Déja vu”, Fransızca bir kelime… “Daha önce görüldü” anlamına geliyor.
(Bir de bunun tam tersi “jamais vu” var ki, bugün konumuz o değil… Bu da tanıdığınız biriyle karşılaştığınızda ısrarla o insanı daha önce hiç görmediğinizi iddia etmek anlamına geliyor ki bu olsa olsa çapkın kocaların suçüstü yakalandıklarında eşlerine uydurdukları bir yalan olabilir…) 
İlk kez 1876’da Fransız fizikçi Emile Boirac tarafından kullanılmış, “deja vu” sözcüğü… Freudcu bir yaklaşımla, “Bastırılmış duyguların geri çağırılması” olarak da açıklanabiliyor.
Bilinçaltına atılmış ve bastırılmış bir duygunun belleğimizce hatırlanmasına olanak olmuyor. Benzer olaylar, tanımlanması zor bir tanıdıklık hissiyle esas olayı hatırlatıyor… 
Kimileri bunu mistik bir güç ya da “reenkarnasyon” olarak da açıklıyor ama asıl sorumlu demin de söylediğim gibi beynimin sol ön şakak lobundan başkası değil…
“Déja vu” ile ilgili çok ilginç bir makaleyi bu ay yayımlanan popüler bilim ve kültür dergisi Focus’da okudum. Açıklamakta zorlandığımız psikolojik durumlarımızı merak edenler için okumalarını önerebileceğim bir yazı bu… Kolay anlaşılıyor, insanın kafasında, kendisi ile ilgili yeni sorular sormasını sağlıyor…
Yıldız Savaşları!
Dün gece Boynuz Bükü’nde karadan gelen dağ kekiği ve günlük kokuları arasında, sırtımı teknenin başına vermiş yatar ve yıldızların nasıl bu kadar çok, nasıl bu kadar yakın ve uzak olabildiklerine şaşarken bir ara Dart Vader’in boğuk mekanik sesini bile duyduğumu düşündüm… 
Eğer “beynimin sol şakak lobu”nun bir oyunu değilse bu ve Freudcular haklıysa, onunla da zamanın bir döneminde karşılaşmış olmalıyım.
Işın kılıcım var mıydı bilmiyorum ama Obi-Wan Kenobi ile de tanışmış olmalıyım o dönemde… 
Master Yoda’nın Yıldız Savaşları’nın üçüncüsünde Anakin ile konuştuğu sahne geliyor gözümün önüne…
Kafamdan hepsini kovuyorum. “déja vu”nun zamanı değil…
İnsan yaşadığı anın değerini bilmeli… Hiçbir zaman geri gelmeyecek olan tek şey o çünkü!
