Kendi kaderini kendin yarat
Türk basınının bazı yazarları soruyorlar: Türkiye, Saddam ile savaşında Amerika’ya destek verdi de ne kazandı? Hani bir koyup üç alacaktık? Milyarlarca dolarlık kaybımız var, bunu Amerika karşılayacak mı?
Türk hafızasının nisyan ile malul olduğunu hep biliyoruz. Bu yüzden sık sık hafızaları tazelemek gerekiyor.
Körfez Krizi, Saddam’ın bir gece yarısı bağımsız ve egemen bir devlet olan Kuveyt’i işgali ile başladı. Saddam kendince yarattığı bir sürü gerekçeye dayanarak bunun sadece bir işgal değil, bir ‘iltihak’ olduğunu da vurguluyordu.
Kuveyt’in yutulmasının tamamlanmasından sonra sıranın öteki Körfez ülkelerinde olduğu da açıkça görülüyordu. Arap yarımadasında istediğini almış, komşularından İran’ı askeri olarak yıpratmış Saddam’ın, olaylar yatıştığında Türkiye ile bir savaşa tutuşma ihtimali de büsbütün gözardı edilmiyordu.
Rol dağılımı gereği…
Saddam, Kuveyt’in işgalinin sona erdirilmesine yönelik Birleşmiş Milletler kararlarının hiçbirini dinlemedi.
Bunun üzerine başını ABD’nin ve Arap Yarımadası’ndaki öteki devletlerin çektiği bir grubun girişimleriyle Saddam’ın Kuveyt’i işgaline son verecek bir askeri harekat kararı alındı. Kararı alan Birleşmiş Milletlerdi… Harekat Birleşmiş Milletler’in harekatıydı. Başka bir deyişle Türkiye, bu savaşta Amerika’nın değil, Birleşmiş Milletler’in, uluslararası toplumun yanında yer aldı. Tıpkı Bosna’da, Kosova’da ve daha önce de Kore’de olduğu gibi…
Sınırlarını Saddam’ın katliamından kaçan Kuzey Iraklı Kürtlere açarak insani sorumluluklarını da yerine getirdi.
Geleceğine sahip çık!
Irak’a uygulanan Birleşmiş Milletler ambargosundan zarar gören tek ülke de biz değildik. Aynı şekilde Irak ile yoğun ticari ilişkileri olan Batı Avrupa da bu ticaretinden vazgeçti. Saddam’ın neden olduğu faturayı sadece bölge ülkeleri değil, herkes ödedi.
Savaş sonrası zararlarının karşılanması yolundaki uluslararası girişimden yeterince faydalanılmamasının sorumluluğunu da başkalarında değil, kendimizde aramalıyız.
Bugün uluslararası teröre karşı yapılması söz konusu olan askeri harekat ile Saddam’a karşı girişilen harekat arasındaki en temel farklılık bu.
Bu kez ABD kendisine karşı girişilmiş bir terör saldırısına karşı topyekün savaş ilan etmiş durumda. Gelişmeler gösteriyor ki Türkiye hiçbir şey yapmasa dahi yine üyesi bulunduğu bir uluslararası kuruluş olan NATO çerçevesinde bu harekata katılmak zorunda kalabilir.
Pısırıklığı temel alan politikaları bu nedenle eleştiriyoruz. Rol dağıtımında Türkiye’nin seyirci olmamasını savunuyoruz.
Uluslararası alandaki bu gelişmeler çok yakın bir gelecekte kendi özel hukukunu da oluşturacak. Uluslararası terörden en çok dert yanan ülkelerden birinin, geleceğin terörle mücadele hukukunu da belirleyecek böyle bir durumun dışında kalmaması gerektiğini söylüyoruz.
Bu savaş meraklısı olmak, savaş çığlıkları atmak değil.
Kendi kaderine sahip olmak, dünyanın geleceği belirlenirken o sahnede etkin rol almakla mümkün olabilir.