Başlığın uzunluğuna bakarak şunu söylemek elbette mümkün: Sen bir başlığı bile bu kadar uzun yazdıktan sonra…
Ancak bugün konumuz aşk değil. Gerçi bizim buralarda yeniden ortaya çıkan kırlangıçların yuva yapma telaşı, çılgınca çiçeklenen meyve ağaçları ve Boğaz’da sayıları artan genç âşık yürüyüşçüler insanın başka bir şey düşünmesine de kolay kolay imkân vermiyor ama olsun..
Eller havaya şarkıları
Geçen gün sabah çok erken bir saatte, daha sis dağılmadan Boğaz’da bir yürüyüş yaptım. Kulağımda “i-pod”umla..
Bizim kuşağa romantik çağrışımlar yaptıran eski şarkılardan kaydetmiştim ama Yasemin onları silmiş, kendi şarkılarını doldurmuş.. Sanki hepsine yetecek yer yokmuş gibi!.. 
“Eller havaya” isimli bölümdeki şarkılara “start” verip yürüyüşe geçtim.
Kahkahalar atarak…
Sabahın erken bir saati olduğu için kimsecikler yoktu ve benim kulağımda bir alet, arada bir kahkahalar atarak yürümem kimsenin dikkatini çekmedi.
Bu şarkıların hepsini sanki aynı insan bestelemiş gibi.. Yüksek tempolu, vurmalı çalgılarla insanın içini kaynatan şarkılar. 
Zaman zaman kahkaha atmama sebep olan şey ise romantik ifadelerin arasına sıkıştırılmış garip sözlerdi.
Mesela bir tane var, İbrahim Kutluay’ın eski sevgilisi söylüyormuş:
“Savururum rüzgâra eski aşklarımı / Biri gelir, biri gider gönlüm sağ olsun” diye başlıyor.. 
Erken biten bir aşkın acısını anlatan acıklı sözleri var.. Özlemden, geçen yıllardan söz ediyor..
Ve bu romantik şarkının tam orta yerinde şöyle bir söz var: “Kalbimi kapatmışım sen gibilere / Sen de kendin gibi bir şerefsize aç!” 
Şimdi insan arkasından şarkılar düzdüğü, ağıtlar yaktığı bir insandan nasıl “şerefsiz” diye söz edebilir? Kızgınlığını belirtecek daha nezih bir ifade bulamaz mı?
İhtiyar çapkın
Bir şarkı daha var.. İbrahim Tatlıses söylüyor. “Aramam, sormam bir daha”.. Bir tenor sesinin inceliklerini hissedebileceğiniz bir şarkı.
Bu da eski bir aşkın arkasından söylenmiş..
Şarkının ikinci yarısında giden sevgilinin neden geri dönmediğini soran bir bölüm var ve orta yerinde şöyle deniliyor: “Leylek babam bile döndü yar!” 
“Nasıl yani?” diye sormak istiyor insan.. Demek ki bebekleri leyleklerin getirdiği öyküsüne hâlâ inananlar var aramızda…
Pamela’nın bir şarkısı var.. “İstanbul seni hapsetmiş” diye.. Onda da şöyle bir söz var: Karşıma her yerde çıkan / otuz yaş üstü adamlar! 
Sözlerin gelişmesinden Pamela Hanım için 30’unu devirmiş erkeklerin yaşlı oldukları anlaşılıyor. Ve benim yaşımdaysanız irkiliyorsunuz: Gittiğim gece kulüplerinde “ihtiyar çapkın” diye mi görüyorlar beni?
Arkadaşım Mete “Evet” diyor, “bizim artık gece kulüpleri gezme değil, Bodrum’a gidip yelken yapma yaşımız geldi!”
Kafiye tutsun diye!
Başlıktaki şarkıyı Hande Yener söylüyor.
Dinlerken tebessüm ediyorum, bir insanın özgüveni bu kadar gelişmiş olabilir mi diye? Yoksa megalomani mi demeliyim, bilmiyorum..
Şöyle diyor: “Acele etme, bu aşk dediğin / Biraz zaman alıyor / Bilenin ve bana katlananın / Yanına kâr kalıyor!” 
Tanımadığım bir kadın şarkıcının adını bilmediğim bir şarkısı daha var. Yunanca-Türkçe karışık bir şarkı.. “Bu yollardan geriye dönülmüyor / Gönül kırılıp yine de gücenmiyor” diye bir şarkı.. Sanki eski aşklarına hakaret eden bütün öteki şarkılara yanıt gibi.. Ve bir yerinde şöyle diyor: Ne oldu sor kalbine / Kalp dediğin tek hece / Ama uykusuz gecelerin / Tarifi yok aşk dilinde.. 
Aklıma eskiden çok sevdiğim bir deyiş geliyor şarkının tam bu yerinde: Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!
Birilerinin şarkı sözü yazarlarına şunu hatırlatmaları gerekiyor sanıyorum: Arkadaşlar, kafiye ve hece tutsun diye dilinizin ucuna gelen her şeyi yazmayın lütfen, komik oluyor!
