Berthold Brecht, bir şiirinde şöyle soruyordu: “Yedi kapılı Teb şehrini kuranlar kim? / Kitaplar sadece kralların adını yazar.”
Bizim kendi tarihimizle ilgili kitaplar da böyledir. Padişahları, vezirleri, paşaları, lalaları okur, biliriz ama tarihin bir döneminde önemli izler bırakan “sivil”lerin adını çoğumuz duymamıştır.
Çocukluğumda dedem Yakup Çavuş’tan çok efe ve zeybek öyküsü dinlediğimi hatırlıyorum.
Türkiye’de “efe” denilince genellikle Aydın ve civarı akla gelir ama dedemin memleketi Salihli ve Ödemiş, Tire, Alaşehir, Akhisar, Kasaba (Turgutlu) da efeleri bol yerlermiş vaktiyle..
Tarih kitaplarının hiçbirinde onlardan bir iz bulamazsınız. Meraklı bir iki araştırmacının özel gayretleri dışında neredeyse yazılı hiçbir şey yoktur.
Bu öyküler dilden dile aktarılır ve yıllar içinde de giderek yok olur..
Halil Bey’in ‘efeleri’
Geçenlerde elime geçen bir kitabı okurken dedemin anlattığı öykülerin bir bölümünü bölük pörçük hatırladım.
Kitap, “Bize Derler Çakırca – 19. ve 20. Yüzyılda Ege’de Efeler” adını taşıyor. (Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
Kitabın yazarı, Ödemişli eski bir öğretmen olan Halil Dural. 1884’te doğmuş, 1975 yılında 91 yaşındayken aramızdan ayrılmış.
Yaşadığı dönemin Ödemiş’ine damgasını vuran bir kişi olmuş Duralioğlu Halil Bey. Yazdığı kitabı okurken kendisini rahmetle andım, gösterdiği olağanüstü çaba için büyük bir saygı duydum.
Elyazması bir kitap
Halil Bey, emekli olduktan sonra zaman zaman bizim de dedem ve babamla gezmeye gittiğimiz Bozdağ yaylalarına dinlenmeye çekilmiş ve o dönemin birinci elden tanıklarıyla konuşarak, fotoğraflar toplayarak ünlü efelerin tarihini yazmış. Bu elyazması kitap Ege Üniversitesi öğretim üyelerinden Sabri Yetkin tarafından yeni Türkçeye çevrilmiş.
Bu kitap ve Sabri Yetkin’in efelerle ilgili bir başka çalışmasından ileride söz edeceğim.
Tesadüf eseri Dural’ın kitabını okuduğum günlerde ilginç bir de CD dinliyordum.
Ahmet Koç’un CD’si “Paradoks” adını taşıyor. Popüler Batı müziğinin tanınmış parçalarını divan sazı, elektro saz ve cura ile icra etmiş Ahmet Koç. Gerçekten çok ilginç bir deneme bu, hele benim gibi divan sazının sesinden özel bir zevk alabilenler için..
CD’deki parçalardan biri “Hasta Siempre”. (“Sonsuza dek” anlamına geliyor.) Commandante Che Guevara için yazılmış bir Latin ağıdı..
Bir de Desperado filminin bütün dünyaya sevdirdiği bir şarkı var: Morena De Mi Corazon.. (“Gönlümdeki esmer” anlamına geliyor bu da..)
İyi bir film çıkabilir
Bu iki şarkıyı divan sazıyla çalınırken dinlerken bir yandan da Çakırcalı Ahmet ve oğlu Mehmet Efe’lerin öykülerini okuyordum.
Uzun süredir aklımda Ege efelerinin yaşamlarını anlatan bir film yapma fikri var. Çakırcalı Mehmet Efe ya da bir tür “Zapata” sayılabilecek Atçalı Kel Mehmet Efe’nin yaşamlarından uluslararası bir film çıkabilir diye düşünüyorum.
(Çakırcalı genellikle daha çok tanınıyor ama Atçalı deyip de geçmemek gerek. Vaktiyle Aydın’ı zaptedip bir de mühür bile bastırmış kendisine: “Vali-i Vilayet / Hademe-i Devlet / Atçalı Kel Mehmet!”)
Müziği de kafamda…
Ahmet Koç’un CD’si, filmin müziğinin nasıl olması gerektiğine ilişkin çağrışımlar yaptırdı bana..
“Hasta Siempre” ya da “Mariachi”nin şarkısı kadar dünyada ses uyandırabilecek bir film müziği.. Sazın çok özgün tınısını kullanan ama evrensel çok sesli müzikten de uzaklaşmayan bir modern çağ türküsü..
Dural’ın kitabında 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında Ödemiş – Tire bölgesindeki efeler için yakılmış türkülerin sözleri de var. Notalarını kaydeden birisi olmuş mudur, bilmiyorum.
Sivil tarih siliniyor
Sivil tarihimiz o kadar zenginliğine rağmen öylesine bir kenara itilmiş ki, ileride çocuklarımız, torunlarımız bir zamanlar memleketlerinde neler yaşandığını bile bilemeyecekler.
Okumayı pek sevmeyen bir ulus olduğumuza göre bu eksikliği sinemanın olanaklarıyla kapatmak ilginç olmaz mı?
