MİLLİYET

Subaşında bir küçük kız

  Bugün Romanya sınırları içinde kalan Tirnaveni’de doğan Macar kompozitör György Ligeti, beş yaşındayken okuduğu bir öyküden çok etkilenmiş.
Öykü, kent dışındaki evinde toplumdan uzak, izole bir hayat geçiren dul bir kadını anlatıyor.

Kadının kocası bir bilim adamıymış. Adam öldüğünde geride evin her köşesine dağılmış birçok saat ve teknik araç gereci bırakmış miras olarak..
Saatler hiç durmadan çalışmışlar.. Oysa kadın için bunların hiçbir önemi yokmuş. Kadın için zaman, kocasının ölümüyle çoktan durmuş..

Tik-tak, tik-tak
Ligeti, büyüyüp iyi bir müzisyen olduğunda bu hikâyeden esinlenerek Poéme Symphonique adını verdiği bir beste yapmış. İlk kez 1962 yılında seslendirilen bu eser aslında adında vurgulandığı gibi ne şiir, ne de bir senfoni..
Eser on kişinin çalıştırdığı yüz metronomla icra ediliyor.
Yüz metronom yanyana sahneye diziliyor ve hepsi farklı zamanlara ve “ölçü”ye kurularak aynı anda çalıştırılıyor..
Metronomlar birbirinden farklı “tik-tak”lar çıkararak hareket etmeye başladığında izleyici olarak gözlerinizi kapatıp “tik-tak”ların yarattığı müziği hissetmeniz gerekiyor.
Biliyorsunuz ki 20 dakika sonra metronomlardan sadece bir tanesi çalışmaya devam edecek..

Son metronom..
Londra’da yaşayan bir arkadaşım geçenlerde Ligeti’nin 80’inci yaş günü için düzenlenen bir konserde bu eseri dinlemiş.
Arkadaşım, “Metronomlar, insana dönüştü hayalimde; teker teker ölen… En son metronom tek başına kaldığında, üzüntü duydum o da ölecek diye. Ama garip bir şekilde de ölmesini bekledim, hatta istedim” diye yazıyor bana yolladığı e-postada..
Arkadaşımın mektubunu okur ve hayalimde metronomların tıkırtısını canlandırmaya çalışırken garip bir şekilde Yeni Türkü’nün “Subaşında bir küçük kız” şarkısı dilime takıldı.. Meral Özbek’in sözlerindeki küçük kız, hayalimde Ligeti’nin öyküsündeki kadına dönüştü..
Topluma uymayan, onun hemen kenarında kendi gerçekliğini yaşamaya devam eden bir kadının içindeki küçük kıza..

O inatçı, küçük kız..
Yaşı hangi yılı gösteriyor olursa olsun biliyorum ki her kadının içinde bir “küçük kız” yaşamaya devam ediyor.
Hayatımın son 15 yılı, küçük bir kızın büyümesini izleyerek geçtiği için ne kadar inatçı olabileceklerini, kabullenemeyecekleri gerçekleri yok sayabileceklerini ve gururla ayak direyebileceklerini iyi biliyorum.
Ve ne kadar büyürlerse büyüsünler o küçük inatçı kızın içlerinden hiçbir zaman çıkartılamayacağını da öğrendim 47 yıllık yaşamımda.. Elbette biz erkekler için onların aslında bu özellikleriyle çekici olduklarını da düşünüyorum.
Şöyle söylüyor şarkı: “Biliyorum farklı değil nedenleri ikimizin dertlerinin / kendin gibi olabilmek istiyorsun / inat edip uymuyorsun / inatçısın ne hoşsun bu huyunla / söğütler de senin gibi / gel / billur sularda yenilensin / incitilmiş gülüşlerin.”

‘Gel’ demenin zamanı
Sanat yaşamında Türk müziğinden de çok etkilendiğini söyleyen Ligeti için burada da bir kutlama konseri verilmesi elbette kimsenin aklına gelmedi..
Yüz tane metronomu bir araya getirip bu müziği yeniden yaratamayız belki ama bu tatil günü bir an için günlük koşturmalarımıza ara verip içimizdeki metronomların tik – taklarını dinleyebiliriz diye düşünüyorum..
İçimizdeki o metronomların tıkırtıları belki de bir vakitler gülüşünü incittiğimiz “küçük bir kızı” hatırlatır bize..
Belki de ona “gel” demenin tam zamanıdır!