Fahrenheit 451'den Sütçüler'e kitabın öyküsü…
Sütçüler Kaymakamı’nın “kitap imhası” emrini verdiği günlerde ilginç bir tesadüf eseri olarak Digitürk’teki sinema kanallarından birinde de bir bilimkurgu klasiğinden çekilmiş bir film oynuyordu: Fahrenheit 451.
Amerikan edebiyatının en verimli bilimkurgu yazarlarından biri sayılan Ray Bradbury’nin aynı isimli romanından birçok film çekildi.
Ancak sanırım en ilginci, sinemanın büyük isimlerinden biri sayılması gereken François Truffaut’nun uyarlamasıydı..
Truffaut, Bradbury’nin 1951’de yayımlanan romanını 1966 yılında filme çekti. (Bu film, Truffaut’nun öznel sinema anlayışından ayrılan tek filmi olarak sinema meraklıları için bir başka ilginç özellik de taşıyor.)
Türkiye’de “Değişen Dünyanın İnsanları” adıyla gösterilen film (ve Fahrenheit 451 isimli roman), kitap yakmanın ve kitap düşmanlığının en önemli “değer” olduğu bir “uygarlığı” anlatıyor.
Bütün kötülüklerin anası
Bradbury’nin hayali toplumunda, faşist kara gömleklileri andıran “itfaiyeciler” yangın söndüren değil, evleri basıp kitaplarla birlikte evleri de yakan insanlar olarak ortaya çıkıyorlar.
Kitaplar yakılıyor, çünkü birbirlerinin kuzenleri olduklarını düşünen toplumun yasa koyucuları, kitapları bütün kötülüklerin anası olarak görüyorlar.
İnsanları üretici olmayan hayallere daldıran, içlerinde yazılanlar yüzünden insanların üzülmelerine, mutsuz olmalarına yol açan “kötülük kaynakları”…
Ancak bu toplumda da kitapları seven bir “muhalefet hareketi” var. İnsanların toplu olarak yaşadıkları kentlerin dışında, terk edilmiş tren vagonlarında yaşayan bir grup kitap sever..
İlginç olan şu ki, bu kitap seven insanlar da kitapları yakıyorlar. Ancak onların amaçları bir hayli farklı.. Onlar kitapları geleceğe daha emin bir yolla iletebilmek için yakıyorlar.
‘Kitap insanlar’
Bunların her biri yakılmadan önce bir kitabı sonuna kadar ezberliyor. Yaşlandığında da daha genç birine ezberindeki kitabı noktası, virgülüne kadar ezberletip ancak ondan sonra ölüyor.
Kendilerine “kitap insanlar” adını veriyorlar. Her insan bir tek kitabı ezberlediği için kendi aralarında da bu isimle tanınıyorlar. Tolstoy’un Anna Karenina’sı, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı gibi…
Bilimkurgu deyip geçtiğimiz ve bizde nedense çok ilgi görmeyen daha çok “çocuklar için uygun” gördüğümüz edebi türün zaman içinde gerçeğin ta kendisi haline dönüştüğünü biliyoruz.
Jules Verne’in Ay’a Yolculuk’u ya da Denizler Altında 20 Bin Fersah’ı yazdığı günlerde otomobil bile yeni icat edilmişti!
Sonucu merak ediyoruz
Bradbury de Fahrenheit 451’i yazarken, romanının üzerinden otuz yıl bile geçmeden Türkiye diye bir ülkede insanların kitaplarını yakmak zorunda kalacaklarını, “ele geçirilen” kitapların bir suç aleti gibi polis operasyonlarından sonra basına sergileneceğini elbette düşünmemişti.
Ama ağabeylerimiz – ablalarımız 12 Mart döneminde, bizler de 12 Eylül günlerinde bunların hepsini yaşadık.
Kitapları sakladık, evdeki büyüklerimizi sakinleştirmek için sobalarda yakmak zorunda kaldık.
Sütçüler Kaymakamı’nın “Kitapları toplayıp imha edin” emrini çok ciddiye almamızın nedeni belki de bu..
Bu emre bugün olanca gücümüzle karşı çıkmazsak, gelecekte bizleri nelerin bekleyebileceğini görmemiz zor değil. Filmi bile var, baksanıza!
Bitirirken, Kaymakam hakkında açılan soruşturmanın akıbetinin ne olduğunu, Kaymakam Bey’e bir ceza verilip verilmediğini hâlâ merak ettiğimizi de söyleyeyim..
Malum, bu ülkede her şeyi kolayca unutan insanlar yaşıyor!