MİLLİYET

Anna Lindh'in anısına saygıyla…

 Kuzey Avrupa ülkelerine gittiğim zaman en çok dikkatimi çeken şey bakanların, milletvekillerinin halkın içindeki herhangi birisi gibi yaşıyor olmalarıydı..
İşine bisikletle gelen bakanlar, peşlerinde bir koruma ordusu olmadan parlamentonun civarındaki kafelerde yemek yiyen tanınmış siyasetçiler..

İsveç de bu ülkelerden biriydi.
Başbakanları Olof Palme’yi siyasi bir suikaste kurban vermiş olmalarına rağmen neredeyse hiç bir şey değişmemişti..
İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh’in öldürülmesinin ardından gelen haberler de bunu gösteriyor.
Lindh, işine otobüs ya da metroyla gider gelirmiş.. Herhangi bir İsveçli gibi..
Oturacak yer bulamadığında metroda yere oturur, çantasını açar çalışmaya devam edermiş.
Ölümünün ardındaki sır perdesi henüz aralanabilmiş değil. Hangi karanlık amaca hizmet ettiği bilinmeyen bir katilin kurbanı oldu o da..

Teröre destek vermedi
Anna Lindh, dün bazı gazetelere yansıdığı gibi bir “terörist dostu” değildi. Türkiye düşmanı hiç değildi.
Etrafındaki bazı Kürt sempatizanı danışmanların kendisini yanlış bir yöne doğru çekmeye başladığını görmüş ve o çevreden uzaklaşmıştı.
Helsinki zirvesinden beri Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin önemli destekçilerinden biriydi.
Türkiye ziyareti sırasında ısrarla Diyarbakır’a gitmek istemesi ve burada halkla yakın temas kurması birçok kişinin kafasında Lindh’in “PKK sempatizanı” olduğu düşüncesini yarattı belki ama söyledikleri herhangi bir Avrupalı siyasetçinin söylediğinden hiçbir zaman farklı olmadı:
Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmek istiyorsa insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olmalı!
Bunu burada bizler de söylüyoruz.
İsveç’in İstanbul Konsolosluğu’nu kapatma kararını almış ama sonra yaptığı hatayı kısa sürede görüp İsveç’in dış dünyadaki bu en eski temsilciliğinin açık kalmasını sağlamıştı.
Milliyet’in Okur Temsilcisi Yavuz Baydar’ın da dostuydu ve Baydar’a “Hayatımdaki bu en aptal karardan geri döndüğüm için çok memnunum” demişti.
Toprağı bol olsun, Tanrı çocuklarına ve yakınlarına sabırlar versin.

Zorunlu bir açıklama
Dünkü Akşam Gazetesi’nde Zülfikar Doğan isimli bir yazar benim Milliyet’teki köşe yazarlarına sansür uyguladığımı, yazılarını değiştirttiğimi iddia etti.
Söylediğine göre ben “grup çıkarlarına ters yazılan yazıları” değiştirtiyormuşum.
Zaten biliyorsunuz ama burada Milliyet yazarlarının adlarını bir kez daha tekrarlamak istiyorum: (Yazdıkları sayfa sırasıyla) Hasan Pulur, Çetin Altan, Meral Tamer, Güngör Uras, Osman Ulagay, Hurşit Güneş, Yaman Törüner, Serpil Yılmaz, Melih Aşık, Can Dündar, Ece Temelkuran, Fikret Bila, Taha Akyol, Hasan Cemal, Güneri Cıvaoğlu, Sami Kohen, Derya Sazak, Abbas Güçlü, Doğan Heper, Yılmaz Çetiner, Nail Güreli.. Spor’da Atila Gökçe, Mehmet Demirkol, Ercan Güven, Rıdvan Dilmen, Bilal Meşe, Erdoğan Şenay..
Hepsi mesleklerine yıllarını vermiş, sözlerini sakınmadan söyleyebilen değerli isimler..
İsimleri bir kez daha okuyun lütfen ve kararı siz verin: Milliyet, yazarlarına sansür uygulanabilecek bir gazete midir, değil midir?