MİLLİYET

Amaannn petrol canııımmm petrol!

  Irak’ta savaşı gündeme getiren “asıl ve gizli” faktörün petrol olduğuna ilişkin yaygın ve genel kabul gören bir kanı var.

Gazetecilik esas olarak “kuşku duymak” üzerine kurulu bir meslek. Gördüklerinden ve duyduklarından “kuşkulanmayan” bir insanın gazeteci olabilmesi mümkün değil. Kuşku, araştırma ihtiyacını besleyen bir faktör.
Belki buna bir tür mesleki deformasyon da diyebilirsiniz, belki “kuşku duyma zorunluluğumu” biraz abartıyor olabilirim ama ben kişisel olarak “yaygın ve genel kabul gören” her şeye de kuşkuyla bakıyorum.
Sonunda çoğu kez “yaygın ve genel kabul gören” görüşlerle birleşsem bile bu huyumdan vazgeçmeye de niyetim yok. Üzerinde yeteri kadar düşünmeden, bazı soruları sorup, yanıtlarını almadan bir görüşü kabul etme fikrini içime sindiremiyorum.

Petrolün gücü…
Irak’ta savaşın eşiğine gelmiş olmamızın nedeni petrol müdür? Düşünelim bakalım…
Irak’ın petrol rezervlerinin 112 milyar varil hacminde olduğunu biliyoruz. Bu özelliği ile Irak, Suudi Arabistan’dan sonra en büyük rezerve sahip. Katar, Kuveyt, İran gibi üç büyük üreticinin rezervleri de 100’er milyar varil dolaylarında… Yani bu ülkelerde petrol bittikten sonra bile Irak’ta çıkarılabilecek daha hâlâ 12 milyar varil dolayında petrol kalacak. Irak petrolü bittiğinde ise Suudilerin elinde daha 150 milyar varil petrol rezervi kalmış olacak, bunu da belirtelim.
Böyle bir rezervin dünyanın “süper güçlerinin” dikkatini çekmiyor olması mümkün müdür?
Bu soruya “Evet, mümkündür” yanıtını vermek için çok saf olmak gerek.
Ortadoğu’daki büyük siyasi çalkantıların geçmişinde de önemli faktörlerden biri petroldü, bugün de böyle, yarın da böyle olacak…

Tek neden bu mu?
Soruyu bir de şöyle sormalıyız: Irak’ta savaşın eşiğine gelmiş olmamızın ‘tek’ nedeni petrol müdür?
Soru böyle sorulunca yanıt vermek yukarıdaki kadar kolay değil elbette.
Körfez Savaşı sırasında, Kuveyt’in kurtarılmasının ardından harekâtı durduran ABD ve müttefikleri o tarihte de Irak’ın elinde böyle muazzam bir petrol rezervi olduğunu biliyorlardı.
Buna rağmen sadece petrole sahip çıkabilmek amacıyla da olsa harekâta devam etmediler. Saddam’ın bu ağır yenilgiyle devrilip gideceğini, Irak’ta kurulacak yeni demokratik yönetimle işlerini daha kolay yürütebileceklerini hesapladılar. Hesapları tutmadı, Saddam ağır ambargo şartlarına rağmen devrilmedi ve bugüne kadar ayakta kalmayı da başardı.
ABD’de demokratların seçimi kaybettiği ve Bush’un Başkan olarak göreve başladığı günleri hatırlayalım.
Yeni yönetimin genel eğilimi, Amerikalı vergi mükelleflerinin yükünü azaltmak ve bu nedenle de dünyanın değişik yörelerinde pahalı operasyonlara uzak durmaktı. Hatta yeni yönetimin “ABD bir yana, dünyanın gerisi bir yana” tarzının yeni bir “tecrit” politikasının temellerini atmakta olduğu bile konuşuluyordu.

11 Eylül’den sonra…
Bush yönetiminin, dünya karşısındaki bu tutumunu değiştiren faktör 11 Eylül saldırısı oldu. 11 Eylül saldırıları sadece ikiz kuleleri yıkmakla kalmadı, ABD dış politikasında da önemli bir değişikliğe yol açtı.
Bu, terörün muhtemel kaynaklarının yerinde vurulması ve yok edilmesi stratejisiydi ve ilk örneğini de Afganistan’da yaşadık.
Silahların bugün Irak’a ve Saddam’a yönelmiş olmasının gerisinde yatan en önemli faktörün bu olduğunu görmek gerek.
Paranoyakça davranışlardan da kaynaklansa bu politika önümüzdeki yıllarda da etkili olmaya devam edecek.
Yukarıdaki sorunun yanıtını ararken bu gerçeği de aklımızda tutmamız gerekiyor.
Evet, petrol hiç kuşku yok denklemin önemli bir parçası. Ama tek değişkeni de değil!