Zamanla insanların her türlü değerlerinin değiştiğini söylesem, çok can sıkıcı bir insan olduğumu düşünebilirsiniz. Herkesin bildiği bir şeyi tekrarlamak zaten ne kadar ilginç olabilir ki?
Ama insanın zamanla bütün ölçülerinin değiştiğini bir kez daha görmek için Akdeniz güneşinin altına çıkmam gerekiyormuş, meğerse.
Alalım Nirvana yatını… Rahmetli Özal’ın bu yatla çıktığı geziler biz gazetecilerin ağzında şöyle bir kalıba dökülmüştü örneğin: Lüks Nirvana yatıyla Göcek’ten yola çıkan Başbakan Özal…
Dün Nirvana’yı bağlı olduğu iskelede gözlerimle gördüm. Sahibi belki sinirlenecek, bu yüzden de kusuruma bakmasın ama, o zamanlar “lüks yat” diye abarttığımız şey aslında “düdük gibiymiş”. Benzerleri artık Bebek’te günlük ‘charter’lara çıkıyor. 
Aklım almıyor…
Demek aradan geçen 20 yıla yakın süre, bütün büyüklük ve lüks olma ölçülerimizi değiştirmiş diye düşünüyorum.
Oysa ondan bir 50 yıl önce Türkiye’nin ölçüleri bugünkünden ileriydi. 
1930’ların koşullarında dünyanın en büyük özel yatı olarak kabul edilen Savarona, Cumhurbaşkanı’nın özel yatı olarak Devlet Hazinesi tarafından satın alındığında kimse bunu yadırgamamıştı. Gazetelerde “Bu fakir milletin paraları nereye harcanıyor?” soruları sorulmamıştı. 
Bugün böyle bir yatın Devlet Hazinesi tarafından satın alınıp Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’a armağan edilebileceğini aklınız alıyor mu?
Benim almıyor, belki ben geri kafalıyımdır…
Kaptanlık ölmüş! 
Neyse, asıl sorun şu ki, Akdeniz güneşinin etkisi altındayım!
Bizim büyük kaptan Corto Maltese’yi kıskançlıktan orta yerinden çatlacak bir tekneyle Ege’nin güney sularında dolanıyorum. Artık kaptanlık da iyice ölmüş bana sorarsanız. Harita okumayı bile bilmenize gerek yok. Elektronik seyrüsefer aletleri her şeyi sizin yerinize yapıyor, size de bir lacivert şapka giyip ortalıkta kasılmak kalıyor. 
Size bir sır vereyim…
Gazetelerde son günlerde öyle komplo teorileri okudum ki kafam bütünüyle bunlarla meşgul. Frankfurt’ta neler oluyormuş da ben o sırada farkında değilim, Başkent Hastanesi meğerse doktor Jeykl’ın mekânıymış, Derviş’e Köroğlu’ndaki o dükkânı “iyi saatte olsunlar” tutturmuş… 
Bu yüzden Ertuğrul Özkök ile Knidos’ta yüzerken konuştuklarımızın yakın bir gelecekte Knidos Kriterleri olarak gazete sayfalarında yayımlanacağını da şimdiden tahmin edebiliyorum.
Ama bu arada size bir sır da vereyim, ne de olsa müşteri velinimetimizdir, sizden saklımız olamaz, Knidos’ta yüzerken önemli kararlar aldık kendi aramızda… Ama bunları şimdi açıklayamayacağım, eminim İslamcı gazetelerin yazarları ne kararlar aldığımızı bizden daha önce açıklayacaklardır, hiç aklınıza gelmemiş olanlar da dahil olmak üzere… 
Puşkin uyuyor mu?
Bu arada Ege’nin iki kıyısından çıkardığım bir başka sonuç daha var: Meğerse geçmişte bu “Rusların sıcak denizlere inme” özlemini fazla abartmışız, boşuna korkmuşuz. Oysa daha 10 yıl öncesine kadar bu coğrafyada yaşayanların en büyük korkusu Rusların Akdeniz’e inmeleriydi! 
Dedim ya, ölçüler zamanla gerçekten değişiyor.
Bulunduğum noktadan bakınca Rusların sıcak denizlere inmesinde korkulacak bir şey yok. Hatta tam tersine iyi oldu bile diyebiliriz… Tek sorun güneşte ne kadar kalacaklarını hâlâ öğrenememiş olmalarında… Slav ciltleri bu sıcağa fazla direnç gösteremiyor ve yavrucaklar derin bir tencereye düşmüş ıstakoza dönüyorlar. 
Bu gidişe artık bir son vermek lazım, Puşkin uyuyor mu?
