BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “büyük sağlık kentleri kurmak ve buralarda yabancı doktorların da çalışmalarına izin vermek” görüşünün gerisinde Dubai’den beklenen yatırım olduğu anlaşıldı.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ da önceki gün yabancı doktorlara Türkiye’de çalışma izni verilmesi için çalışmalara başladıklarını açıklamıştı.
Bununla ilgili ayrıntılı bir haberi bugün Hürriyet’te okuyacaksınız.
Başbakan bu görüşünü açıklarken bir de örnek vermişti: Nasıl Türk doktorlar yurtdışında çalışabiliyorlarsa, yabancılar da burada çalışabilmeliler!
Bu örneğin çok da doğru bir örnek olmadığı belli; çünkü ABD dahil herhangi bir ülkede dışardan gelen bir doktorun çalışma izni alabilmesi o kadar kolay bir şey değil. Diploma denkliğinin sağlanmasından başlayarak belirli koşulların yerine getirilmesi gerekiyor.
Bir de şu ihmal ediliyor sanıyorum: Bugün Hakkári’ye doktor gönderilmesinde karşılaşılan sorunların aynısı, gelişmiş ülkelerden doktor ithalinde de yaşanır. Sorun en temelinde “belli toplumsal yoksunluklara katlanma gerekliliği ile bu fedakárlığın karşılığında ödenecek ücret” arasında bir denge kurabilmek konusunda yatıyor.
Türkiye bunu karşılayamadığı için yoksunluk bölgelerinde hekim istihdamında zorlanıyor.
Böyle bir tabloda, Türkiye’de çalışacak yabancı doktorlarda belirli vasıflar aranmadığı takdirde neyin olabileceği çok açık. Türkiye kısa süre içinde üçüncü dünya ülkelerinden gelecek vasıfsız hekimlerinin çiftliği haline dönüşür!
Bu konudaki yasa taslağını görmeden ayrıntılı yorumlar yapmak doğru değil elbette. Ama şunu hatırlatmak istiyorum: Toplumsal sorunlara ayaküstü üretilen fikirlerle kahvehanelerde rahatlıkla çözüm bulunabilir; ama devlet yönetmek biraz daha özen ve ayrıntılı çalışma ister!
İstanbul’da deniz kenarında bir ev
CUMARTESİ günü Sabah’ta bir haber okudum. Doğubeyazıt’ta 16 yaşındaki kızı Fatma’yı kuş gribine kurban verdikten sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ev sözü verdiği Mehmet Emin Özcan, İstanbul’da ve deniz kenarında ev istiyormuş.
Hatırlayacaksınız, Erdoğan, 16 yaşındaki kızı Fatma’yı aynı hastalığa kurban veren Özcan’ı bizzat telefonla arayıp başsağlığı diledikten sonra bir ev alma sözü vermişti.
Habere göre Doğubeyazıt AKP İlçe Başkanı’nın gösterdiği dairelerden hiçbirini beğenmeyen Özcan, “Maddi durumumuz iyi olsa zaten burada kalmaz, büyük şehirlere giderdik. Kuş gribine çocuğunu kurban veren Muhammet Ali Koçyiğit’e Ankara’da istediği semtte ev verdiler. İş de buldular. Ben de İstanbul’da yeni bir hayat kurmak istiyorum. Ev deniz kenarında olsun, çocuklarım hiç deniz görmediler” demiş.
Haberi okuduğumda gülmekle gülmemek arasında bocaladığımı itiraf edeyim. Gülmeme engel oldum, yaşamındaki en değerli varlığını kaybeden bir insanın acısına duyduğum saygı nedeniyle. Ama şöyle düşünmeden de edemedim: Devlet, Türkiye’nin doğusunda çalıştırabilecek doktor bulmakta zorlanır, haksız bir “mecburi hizmet” tehdidine başvurmak zorunda kalırken, doğup büyüdüğü bölgede kendisine yeni olanaklar sağlanan bir bölge yerlisi bile orada yaşamak istemiyor.
Türkiye’nin doğusundaki sorunumuzun ne kadar büyük olduğunu gösteren ilginç bir örnek diye sizlere de aktarayım istedim.
Meşal’in kulağı tavsiye tutmuyor
’İRAN’a gitmesin’ diye apar topar Türkiye’ye getirilen HAMAS Siyasi Büro Başkanı Halid Meşal dün Tahran’daydı.
Meşal, Tahran’da, “Filistin sorununa yaklaşımlarından dolayı” İran yetkililerine teşekkür etti.
Bildiğiniz gibi, Türkiye’nin soruna yaklaşımı ile İran’ın yaklaşımı arasında yüz seksen derece fark var. Tahran, İsrail’in bölgeden başka bir yere taşınmasını istiyor, Türkiye ise Filistin yönetiminin İsrail’i tanımasını ve barış sürecini kesmemesini.
Demek ki Abdullah Gül’ün “dört tavsiyesi”, Meşal’in bir kulağından girmiş, öteki kulağından çıkıp gitmiş!
Meşal’in, İran’da, Abdullah Gül kadar üst düzey bir yetkiliyle konuşup konuşmadığını da bilemiyoruz; çünkü İran bu konuda bir açıklama yapmıyor.
Öyle görünüyor ki HAMAS yetkililerinin Ankara ziyareti, Türkiye’nin hiç hoşlanmayacağı başka birçok gelişmeye de kapı açacak.
Bakalım o zaman “taraflar arasında eşit bir mesafe korumaya çalışıyoruz” diyen Batılı yetkililere nasıl yanıt vereceğiz?
“Derin perspektifli dış politika stratejistleri” eminim bunun da bir çaresini bulacaklardır.