Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Angela Merkel’in kıyafeti bana ne düşündürdü?

EURO D’nin 10. kuruluş yıl dönümü için Frankfurt’taydım.

Bu vesileyle Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel ile tanışma fırsatı buldum.

Böylece özel toplantılarda tanıdığım Batılı politikacılar arasına bir yenisi de katılmış oldu.

Angela Merkel’i, sokakta görseniz emekli olmasına az kalmış bir ilkokul öğretmeni olduğunu düşünebilirsiniz. Öğrencilerinin korkuyla karışık bir saygı ile sevdikleri bir ilkokul öğretmeni.

Kendi halinde, giyim kuşamı kendisine fazla dert etmemiş, işiyle ilgilenen, ne yaptığını ve ne istediğini bilen bir insan izlenimi uyandırıyor.

Kimisi giysilerine gösterdiği özene bakarak onu “özensiz” diye tanımlayabilir bile ama benim kişisel yorumum şu: Hayatta kılık kıyafetten daha önemli şeyler olduğunun farkına varmış bir kadın Merkel.

Siyasi düşüncelerimiz itibarıyla aramızda ciddi bir mesafe var ama hakkını teslim etmeliyim.

Troçki, Doğu toplumları ile Batı toplumları arasındaki farklılıklardan birinin “bir liderin peşine takılıp gitme isteği” olduğunu düşünürdü.

Angela Merkel’in konuşmasını, hal ve hareketlerini izlerken bunu hatırladım.

Bugüne kadar tanıdığım Batılı politikacıların çoğu için dışardan bir gözlem olarak şunu söyleyebilirim: Kişisel karizmaları, Doğulu liderlere göre daha az. Hatta Simitis gibilerinin hiç yoktu.

Buna karşılık özel toplantılarda tanıma fırsatı bulduğum Doğulu liderlerde de en belirgin özellik “karizma” idi.

Bu noktada Fransızları ayırmak gerek. Orada da görebildiğim kadarıyla kişisel karizma, bir politikacı için çok önemli. Kim bilir, belki de Fransızlar aslında bizim gibi, Doğulular da bunun farkında değiller!

Acaba Doğu ile Batı arasındaki derin gelişmişlik uçurumunun nedenlerinden biri de bu mu?

Sözlere ve yapılanlara değil, kılık kıyafete ve kişisel etkileyiciliğe daha fazla önem veriyor olmamız mı?

İki önemli detay

ANGELA Merkel’in konuşmasında dikkatimi çeken hususlardan birisi şuydu: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Merkel’e “Almanya’daki Türklerin entegrasyonu ile ilgili bir sorununuz olursa beni arayın” demiş.

Merkel’in bu çağrıya yanıtı şöyle: “Almanya’daki Türklerin Almanya’ya entegrasyonları ile ilgili konu Alman Başbakanı’nın sorunu. Türkiye Başbakanı ile ne ilgisi var?”

Benim önemli bulduğum ikinci nokta ise medeniyetler arası diyalogda İslam adına konuşmaya kimin yetkili olduğu sorusu.

Merkel bu soruyu sormakta çok haklı, çünkü günümüzde tek bir İslam anlayışı ve uygulaması yok.

İslam adına kim konuşacak? İran mı? Suudiler mi? Bunlardan tümüyle farklı bir anlayış ve laik sisteme sahip Türkler mi? Şiiler mi, Sünniler mi?

Türkiye’de oturup, sadece kendi meselelerimizle ilgilendiğimiz için kendimizi dünyanın merkezi zannedebiliyoruz.

Ama belli ki dışardan hiç de öyle görünmüyor.

Toplantılarda konuşma adabı

ANGELA Merkel, Hürriyet’in basıldığı tesislerde bir de panele katıldı. Sadece gazetecilerin değil, davetlilerin sordukları soruları da yanıtladı.

Bununla ilgili gözlemim de şu: Türkler soru sormayı bilmiyor!

Soru soran herkes o kadar gereksiz ve uzun konuşuyor ki düşüncelerini açıklamak için oraya gelen asıl kahramana sadece “evet” ya da “hayır” yanıtı vermek kalıyor.

Ali Sabancı ile “sigara molasında” bunun üzerine konuşurken, şirket toplantılarında uyguladığı ilginç bir yöntemi anlattı bana.

Toplantılarda konuşmasında “zaten” diye başlayan cümle kuranlar on YTL, “ama” diye başlayanlar beş YTL ceza ödüyormuş.

Toplanan paralar lösemili çocuklar için kurulan bir vakfa bağışlanıyormuş.

Ayrıca toplantı sırasında birisinin konuşmasını kesen ya da kendi aralarında konuşmaya dalanlardan da 50 YTL lira kesiliyormuş.

Bu para bağışlanmıyor, o sırada konuşma yapan kişiye anında ödeniyormuş.

Mesleğim gereği Türkiye’deki her cinsten insanla toplantılarda bulundum.

Toplantı adabı dediğimiz şeyden ne yazık ki çok uzağız.

Ali Sabancı’nın yöntemi, gerçekten işe yarayabilir gibi geliyor bana.

Bu durumdan benim gibi şikáyetçi olanlara duyurmuş olayım.