Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Aprondaki deveyi şimdi konuşalım!

THY uçağı Amsterdam’da düştüğünden bu yana bununla ilgili bir tek yazı yazdım.

O da uçağı bu şekilde “indirmeyi” başararak birçok yolcunun hayatını kurtaran pilotlar ile ilgiliydi.

Bu dönem içinde “apronda kesilen deve” gibi konulara girmemeye özen gösterdim.

Şimdi kaza ile ilgili ilk rapor açıklandığına göre bazı konuları konuşmanın zamanıdır diye düşünüyorum:

1- THY yolcu listesinde uçakta 134 kişinin olduğu görülüyordu. Ancak ertesi gün uçakta 135 yolcu olduğu ortaya çıktı. Bu nasıl bir şey? Bir uçağa kaç kişi bindirdiğini bile sayamayan bir havayolu şirketinin “güvenilirliğinden” söz edilebilir mi? Bu işin sorumlusu bulundu mu?

2- Kazaya yol açan altimetrenin daha önce de arızalandığı anlaşıldı. Uğur Cebeci, dünkü Hürriyet’te Boeing firmasının altimetre için 11 Şubat’ta uyarı yayımladığını, THY’nin de bununla ilgili testleri 19 Şubat’ta yaptığını ortaya çıkardı. Altimetre aynı arızayı tekrarladığına göre THY’nin teknik bakım ehliyetini şimdi sorgulamamız gerekiyor.

Tam da burada “aprondaki deveyi” hatırlamamak mümkün mü? Bu arızanın giderilememiş olmasında, THY teknik bakım servisindeki AKP partizanlığının ulaştığı boyutun rolü nedir?

3- Başından beri yaşanan gelişmeler gösteriyor ki THY yönetiminde ciddiyetsizlik diz boyu!

Bu kazanın bedelini THY yönetiminde kim ödeyecek? Bu işin siyasi sorumluluğu ne olacak? Hızlı tren kazasındaki gibi her şey zamana bırakılıp, kamuoyu uyutulacak mı?

Yükselen değer: Birilerinin adamı olmak

GELİR İdaresi Başkanı Mehmet Akif Ulusoy’un görevinden apar topar uzaklaştırılmasının nedeninin sadece “telefon dinlemeye takılmak” olmadığını, AKP içindeki siyasi gelişmelere uzanacak çok yönlü sonuçları olabileceğini anlatan çok ilginç bir haber analizi www.tempo24.com.tr’de dün okudum.

Doğan Akın’ın bu analizi, Türk basınında “haber yazımı için yeni üslup arayışlarının” çok konuşulduğu bugünlerde dikkat çekici.

İnternet gazetelerinin biz gazeteciler için ilginç yönlerinden biri, okuyucuların okudukları bir yazı ile ilgili tepkilerini hemen gösterebiliyor olmaları.

Nitekim Doğan Akın’ın bu analizi için yapılmış okuyucu yorumları da aynı sayfada yer alıyor.

İçlerinden iki tanesini sizlerle paylaşmak istedim.

Bir okuyucu önce şunu yazmış: “Biz de okuyup bir yerlere gelir ülkemize hizmet ederiz diye düşünüyoruz. Oysa bir yerlere gelmek için birilerin adamı, hemşerisi falan olmak gerekiyormuş.”

Bir diğer okuyucunun bu nota yanıtı da şöyle: “Bir yerlere gelmek demek birilerinin adamı olmak demektir. Birilerinin adamı olmayanlar veya olamayanların tecrübesinin, eğitiminin önemi yoktur. Bunu bilmek için de álim olmaya gerek yok. Burası Türkiye!”

Bunun artık genel bir kanı olduğunu söyleyebiliriz.

Oysa bu ülkede yıllarca “Eğer okur ve yeterince çalışırsan her makama gelebilirsin” diye düşünüldü.

İnsanlar dişlerinden tırnaklarından arttırdıkları ile çocuklarını bu nedenle okuttular, okumaya teşvik ettiler.

Bunun sayısız örneğini de gördük. Okumayı başaran köy çocuklarının başbakan olduklarına, cumhurbaşkanlığına kadar yükseldiklerine tanık olduk.

Bugün genç insanların aklında okumaktan önce “birilerinin adamı olmak” varsa, bu sadece siyasetteki bozulmanın ve kadrolaşma isteğinin akıl ve yeteneğin üzerine çıkmasının sonucudur.

Bunu başaranlara “hayırlı olsun” diyeceğim ama ne yazık ki memleket için hayırlısı bu değil!

Rabbim ’gávur ellerini’ işaret etmiş!

ABD’nin Cleveland kentinde 2 hafta önce başarılı bir by-pass ameliyatı geçiren Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Türkiye’ye döndü. Kendisine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Kemal Bey’in eşi Ahsen Hanım, bugüne kadar görmeye alışık olmadığımız bir siyasetçi eşi.

Başkaları onun tavır ve tutumlarına sinirlenseler bile doğrusunu isterseniz ben “samimi” bulduğum için seviyorum.

Dün yurda dönüşlerinde Ahsen Hanım şöyle bir açıklama yaptı: Kemal Bey’in hastalığının tedavisi için Rabbime sordum. “Nerede ameliyat olması daha iyi olur” diye. İçime bir his doğdu, “ABD’deki Cleveland” diye gösterdi. Rabbime şükürler olsun!

Yüce Rabbimin işlerine biz fanilerin akıl sır erdirmeleri güç tabii.

O kadar dini bütün Müslüman hekim varken Malezya’yı, Pakistan’ı, Türkiye’yi değil de, “şeytanın yeryüzündeki temsilcisi” Amerika’nın bir kentindeki hastaneyi işaret ediyor.

Evet, orada çok başarılı bir Türk doktor da var ama asıl cerrahi müdahaleyi yapanın o elleriyle bir gece önce domuz yemediğini nereden biliyoruz?

Acaba bunun nedeni Rabbimizin de bugünkü Müslümanların halinden pek memnun olmaması olabilir mi?

Bilim yerine hurafeye inanmayı tercih etmelerinden, akıl yerine göz boyayıcılardan medet ummalarından bence Rabbim de hoşlanmıyor olmalı.

Bunu bizlere bir kez daha gösterdiği için Rabbime şükürler olsun!