Arınç’a suikast işi ne oldu?
BİZİM mesleğin olmazsa olmaz kurallarından biri de fikri takip denilen meseledir.
Gazetecinin peşine düştüğü bir konuyu sonuçlandırana kadar takip etmesi, haberin devamını getirmesi beklenir.
Ama gelin görün ki bizim gibi her gün birbirinden önemli birçok olayın olduğu bir ülkede bunu yapabilmek gerçekten çok zor.
Böyle yarım kalmış her haberi takip edebilmek için gazetelerin bugünkü sayfa sayılarını 3 ya da 4 ile çarpmaları gerekir ki, bu gazete fiyatları ve bu maliyetlerle mümkün olabilecek bir şey değil.
Onun için zaman zaman görev bana düşüyor, aynı şeyleri yazma pahasına hatırlatmadan duramıyorum.
Hatırlamakta zorlanacaksınız belki ama Türkiye bir gece yarısı o zaman TBMM Başkanı olan, bugünün Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast planlandığı haberiyle çalkalandı.
İki askerin, ellerinde Arınç’ın evinin bulunduğu bölgenin krokisiyle otomobillerinin içinde yakalandıkları olaydan söz ediyorum.
Daha sonra gelişen olayları çok konuşmuştuk. Ordunun “kozmik odasında” bir yargıç tarafından günler süren arama yapıldı. Hatta o sırada askere zerzavat almaya çıkmış aşçılar bile “takipteler” diye gözaltına alınmışlardı.
O günlerde AKP sözcülerinin ve yandaş medyanın neler yazıp çizdiğini hatırlatmama sanırım gerek yok, tahmin edebilirsiniz.
Bu olayın üzerinden iki yıldan fazla zaman geçti.
Şu ana kadar bir dava açılmış değil. Hatta bir iddianame yazıldığına ya da soruşturmanın genişletilerek sürdürüldüğüne ilişkin bir bilgimiz de yok.
İki ihtimal var: Ya boş yere yangın çıkardılar, o tarihte öyle bir olay yaratmak gerekiyordu.
Ya da soruşturma öyle yerlere uzandı ki sonunda bir emir verildi ve örtbas edildi!
İkinci seçeneğe fazla ihtimal vermiyorum. O zaman hiçbir şey olmasa bile “ateş olan yerden bir duman” çıkardı, haberdar olurduk.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bu konuda bir açıklama yapsa da durumun ne olduğunu hep birlikte öğrensek iyi olur.
Elbette Genelkurmay da bir açıklama yapabilir, o da kabulüm!
Gazeteciler için bir ders
Amerika’da 2012’de yapılacak seçim için kampanya çalışmalarının başladığına ilişkin bir haberi New York Times’ta okudum.
Kampanya ile ilgili hazırlıkları yapanlar sadece siyasetçiler ve partiler değil elbette. Medya da kendine göre bir hazırlık yapıyor.
Kampanya otobüslerinde ülke çapında görev yapacak muhabirler seçiliyor ve eğitiliyor.
Haber, National Journal ve CBS News’in bu iş için seçtiği, hepsi 20’li yaşlarındaki yeni muhabirlere verilen eğitimle ilgiliydi.
Eski bir kampanya muhabiri bu konudaki ilk dersi vermiş, genç gazetecilere şunu öğütlüyor:
“Otomobil kullanırken yemek yiyebilme yeteneklerinizi geliştirin, otellerin uyandırma servislerine asla güvenmeyin, haber kaynaklarınızla asla yakınlaşmayın!”
İlk iki ders ABD’nin kendine özgü koşulları için geçerli olabilir, bilemiyorum. Ama son dersten ülkemizde de yararlanması gereken çok sayıda gazeteci var.
Bırakın haber kaynaklarıyla aralarına mesafe koymayı, kendisini bizatihi haber kaynağının danışmanı zannedenler bile çıkıyor.
Amacım polemik yapmak değil, gazetede okuyunca tekrar hatırlatayım istedim.
Sıradan insanları düşman gibi görmeyelim
İsrail’e giden bir Türk kafilesinin havaalanında iç çamaşırlarına varana kadar aranmalarına misilleme İstanbul Atatürk Havaalanı’nda yapılmış. İsrail’den gelen uçağın 40 yolcusu uzun süre sorgulanıp, didik didik aranmışlar.
Dün, bazı gazetelerde bu haber “turiste işkence” tadında sunuluyordu.
İsrail’e bir kere gittim. Fenerbahçe–Maccabi Tel Aviv maçını izlemek için bir uçak dolusu Fenerbahçeli taraftarla birlikte havaalanında çektiğim sıkıntı o kadar ağırdı ki, bir daha oraya ayak basmamaya karar vermeme yol açmıştı.
İsrail, terörle mücadele eden bir ülke ve havaalanlarında sıkı aramaya kimsenin bir itirazı olamaz.
Ancak o gün karşılaştığımız muamele hiç de öyle “güvenlik amaçlı” imiş gibi gelmemişti bana.
Maç izlemeye geldiği belli olan bir uçak dolusu insanın, hem İsrail’e girerken hem de İsrail’den ayrılırken aynı ayrıntılı aramaya tabi tutulması anlaşılabilir bir durum değil.
Bu nedenle İsrail’den gelen uçağa bir misillemenin yapılmasını da anlayışla karşılamak mümkün!
Ama sorun şu ki bu tür bir arama ilk kez yapılmıyor, dediğim gibi yıllardır var, hatta bir Türk Yahudi arkadaşımın bile bu işten ne kadar mustarip olduğunu biliyorum. Her gidişinde aynı şeyle karşılaşıyor.
Dediğim gibi bu yeni bir durum değil ama “misilleme” yeni!
Belli ki Atatürk Havalimanı’ndaki görevliler kendilerine “durumdan vazife” çıkarmış!
Şunu hatırlatmak isterim ki Türkiye ile İsrail arasındaki mesele siyasi bir meseledir.
Sıradan insanları tedirgin edecek uygulamalar, insani değildir ve yapılmamalıdır.
Türkiye, İsrail’le sorunlarını diplomatik yollarla bir şekilde çözecek.
Diplomasi bunu çözümleyene kadar sıradan insanlara düşmanmış gibi muamele etmek hep övündüğümüz “misafirperverlik”le bağdaşmıyor.