Başbakan acele etmeseydi
BAŞBAKAN’ın, Paris olayları ile ilgili olarak ‘Türban yasaklandı, olaylar bundan çıktı’ şeklindeki ‘aceleci’ açıklaması bize aynı zamanda şunu da gösteriyor:
Türkiye’nin önde gelen yöneticileri, uluslararası olaylarla ilgili olarak Dışişleri’nden yeterince yararlanmıyorlar, bilgi almıyorlar ve kulaktan dolma bilgilerle hareket ediyorlar.
Oysa işin ilginç yönü, Fransa’daki gibi ırkçılık olayları, dünya gündemine ilk kez emekli Büyükelçi Gündüz Aktan’ın, Cenevre’de, Türkiye’nin Daimi Temsilcisi olduğu dönemde Birleşmiş Milletler gündemine taşınmıştı.
Bu girişimle, ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi konular ‘çağdaş hoşgörüsüzlük türleri’ arasında sayılmıştı.
O dönemde BM’nin atadığı bir raportör, aralarında Fransa’nın da bulunduğu AB ülkelerinde incelemeler yapmış ve yazdığı raporda bugün karşılaşılan türden olayların meydana gelmemesi için alınması gereken tedbirleri de belirtmişti.
Aktan’ın o dönemdeki girişimleri Güney Afrika’da bir ‘ırkçılıkla mücadele konferansı’ toplanmasına kadar uzandı.
Ancak Aktan’ın önce Tokyo’ya tayin edilmesi ve ardından görevinden istifasıyla, Türkiye bu konulardaki öncü rolünü kaybetti.
Başbakan, acelecilik yapmak yerine önce Dışişleri’ne danışsa, bütün bunları öğrenerek, ırkçılıkla mücadelede Türkiye’nin yeniden inisiyatif almasının yolunu açmayı da başarabilirdi.
Türkiye’nin işi daha zor!
FRANSA olayları, Amman bombaları gibi olaylarla yüklü dünya gündemi gazetelerimizin dış haberler servislerinin ilginç bir haberi atlamalarına neden oldu. Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas, Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan’ın Atina’ya yaptığı resmi ziyaretteki görüşmelerinin ardından şöyle bir söz söyledi:
‘Ermenistan’ın da bizim gibi zor bir komşusu var -Türkiye- ve bu nedenle Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki zorlukları başkalarından daha iyi anlıyorlar.’
Atina Haber Ajansı’nın internet sitesinde bu sözleri okuduğumda şöyle düşündüm:
Türkiye’nin işi Yunanistan’dan da, Ermenistan’dan da daha zor!
Papulyas’ın ifadesiyle onların sadece bir tane ‘zor komşuları’ var. Bizimse ne yazık ki iki tane birden!
Türban sorunu ‘hukuken’ çözüldü ama…
AKP hükümetinin ‘türban davası’nda Türkiye’nin savunmasını etkisizleştirmek için yaptığı bütün girişimlere rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) türban yasağına hukuki açıdan ‘son noktayı’ koydu.
Üniversitede türbanla eğitimin yasaklanmasının, din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olmadığına, ‘eşitlik ve laiklik ilkesinin’ korunması için dini sembol ve işaretlerin taşınmasının yasaklanabileceğine karar verdi.
Dışişleri Bakanlığı, ters yönde bir karar çıkmasına zemin hazırlamak için elinden gelen hemen hemen her şeyi de yapmıştı. Avukatların değiştirilmesinden tutun da, savunmanın savsaklanmasına kadar.
Dün bazı AKP’lilerin ve Başbakan’ın tavrına bakarak şunu söyleyebiliriz: Türban sorunu, hukuki açıdan çözüldü ancak ‘siyasi’ olarak Türkiye’nin gündeminde tutulmaya devam edilecek.
‘Türban’ konusunu önce AİHM’ye taşıyıp, sonra da çıkan karara itiraz etmenin hiçbir mantıklı yönü yok ama bizim siyaset yapma biçimimizde de zaten mantığa yer yok!
Dün bazı AKP’lilerin kararla ilgili yorumlarını okurken en çok dikkatimi çeken şu oldu:
Adana Milletvekili Abdullah Çalışkan, ‘Avrupa zaten özgürlükçü değil. Avusturya’da Hayder’in, Slovakya’da Meclar’ın iktidara gelişini de Avrupa engelledi’ diyor.
Hayder’in ırkçı bir faşist, Meclar’ın eski tip bir komünist olduğunu hatırlatayım.
Milletvekilinin türban ile bu iki lider arasında kurduğu paralellik, kararın neden doğru olduğunu da gösteriyor diye düşünüyorum.