Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Başbakanlık ağzına geleni söyleme yeri değildir!

BALIKESİR’de bir törende, bir vatandaşın “Şehit cenazesi görmekten bıktık” sözlerini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan şöyle yanıtladı:

“Canım kardeşim, bakınız askerlik herhalde yan gelip yatma yeri değil. Terörle savaşırken elbette şehitler olacak. Bu gerçeği sizinle paylaşmaya mecburum.”

Ajanstan gelen bu haberi okuduğumda önce gözlerime inanamadım. Gözlüğümü silip tekrar okudum. Doğru okumuşum!

O zaman ben de şunu rahatlıkla söyleyebilirim sanırım: Başbakanlık, yan gelip yatma yeri değildir!

Başbakanların görevi, vatandaşlarının huzur ve refah içinde yaşamalarını sağlamaktır.

Anayasa’da kelime kelime böyle yazılmıyor belki; ama özü budur. Zaten milletvekili yemini de bunu gerektirir.

Bu ülkenin dağlarında silahlı birtakım insanlar, pusular kurup gencecik askerleri şehit ediyorlarsa bu “ne yapalım, terör var” diye geçiştirilemez.

Başbakan’ın görevi, o terörü ve o terörü yaratan koşulları ortadan kaldırmaktır, bunu tartışılmaz bir gerçek olarak kabul etmek değil!

Eğer bu ülkenin gencecik askerlerine bir çelik yelek dağıtılamıyorsa bu da Başbakan’ın sorunudur.

Eğer bu ülkenin Başbakan’ı iseniz, bu ülkenin gencecik insanlarının bayrağa sarılı tabutlarına bakıp “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” demeye de hakkınız yoktur.

Bu ülkede herkes gerektiğinde vatanı için canını vermesi gerektiğini bilir. Ve unutmayalım ki bu halk, bir yok oluşun eşiğinden bu bilinçteki insanlar sayesinde dönmeyi başarabildi.

Elbette bu terörün de üstesinden gelmeyi başaracağız.

Ama bu süreçte hiç olmazsa başbakanların ağızlarından çıkanı kulaklarının duymasını beklemek de hakkımızdır!

Emniyet, ’linç’i örtbas etmek istiyor

İSTANBUL Emniyet Müdürlüğü’nün, camide linç edilen katil zanlısıyla ilgili açıklamasında şöyle deniliyordu: “Bıçaklayan kişi daha sonra mihraba başını vurmaya başlamış, cami içerisinde ölü olarak bulunmuştur.”

Dün öğleden sonra bu yazıyı yazdığım saate kadar da İstanbul Emniyeti’nden bu konuda herhangi bir yeni açıklama yapılmamıştı.

Olayla ilgili olarak sorgulanan üç kişiden ikisinin, “başını mihraba vurarak intihar eden” şahsın kardeşleri olduğunu biliyoruz. Görgü tanıklarından ise sadece bir tanesi sorgulanmış.

Cemaate yakın internet sitelerinde bile “linç” olarak tanımlanan olayın, İstanbul Emniyeti’nce neden “başını mihraba vurarak intihar” şeklinde geçiştirildiğini tahmin etmek zor değil.

Belli ki; linç olayına karışan tarikat mensuplarını adli bir kovuşturmadan ve olası cezalardan korumak amacı güdülüyor.

İstanbul Emniyeti’nin aşırı dinci çevrelerle ilgili soruşturmalarda “hassasiyet” gösterdiğini daha önceki olaylardan da biliyoruz.

Soruşturma sırasında “namaz arası verilmesi”, evlere yapılan baskınlarda ayakkabıların dışarıda çıkarılması gibi hassasiyetler elbette insan haklarıyla ilgili bir durum.

Bildiğimiz bir başka şey de şu ki, Emniyet böyle hassasiyetleri sadece bu tür tarikatlarla ilgili olarak hatırlıyor.

Ancak bir suçun örtbas edilmeye çalışılması, böyle hassasiyetlerle açıklanamaz.

Ortaya çıkıyor ki Emniyet içinde varlığı öteden beri bilinen tarikatçı oluşumlar, artık istedikleri gibi at oynatmaya da başlamışlar.

Ortada aydınlatılmayı bekleyen iki cinayet var ve Emniyet’in tavrı, bu cinayetlerin aydınlatılabileceği umudunu vermiyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı ne iş yapar?

İSMAİLAĞA Camii’nde işlenen cinayet, olayın adli boyutu bir yana üzerinde durmamız gereken başka bir konuya da işaret ediyor.

Fatih Çarşamba’daki bu cami, bir tarikatın merkezi haline dönüşmüş.

Camiye girebileceklerle ilgili kılık kıyafet standartları bile var: Cüppe giyilecek; sakal bırakılacak, namaz sırasında tülbentten bir sarık sarılacak!

Cami cemaatinin özel yaşamı bile böyle standart hale getirilmiş: Kadınlar çarşaf giyecek, sokakta sarık sarılmayacak vs…

Türkiye Cumhuriyeti’nde camileri yönetmekle görevli kuruluş Diyanet İşleri Başkanlığı.

Her yıl vergilerimizin çok önemli bölümünden Diyanet İşleri Başkanlığı’na bütçe ayrılıyor.

Başkanlık, bu bütçeyle imamların maaşlarını ve özlük haklarını ödüyor, camilerin ihtiyaçlarını karşılıyor, dinin doğru öğrenilmesi ve gereklerinin yerine getirilmesi için kurslar açıyor, yayınlar yapıyor.

Devlet de bütçesinin önemli bölümünü bu kuruluşa seve seve veriyor; çünkü “camilerin tarikatların eline geçmesi, irticai akımların camilerde yuvalanması” istenmiyor.

İsmailağa Camii cemaatinin kılık kıyafetine, adı camiyle anılan tarikata bakıyorum da, “Acaba bu paralar boşa mı gidiyor” diye sormadan edemiyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendisine bağlı bir camide olup bitenlerden haberi olmaması mümkün mü?

Bu camiye atanan ve maaşlarını vergilerimizle ödediğimiz imamlar, neler olup bittiğinin farkında mı değiller, yoksa onlar da bu cami için özel olarak mı seçiliyorlar?