Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Başkasının ’hareminin’ giysisini dert edinmek

BİR iş için yurtdışına giderken uçakta okuduğum bir gazete haberi aklıma takıldı, kaldı.

Toplantı “Irak halkına yardım” amacıyla düzenlenmiş.

Dışişleri Bakanlığı, bu toplantıyı “sivil toplum örgütlerinin bir organizasyonu” olarak gördüğünü açıklıyor.

Dışişleri Sözcüsü Namık Tan’ın bu açıklaması ile Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül’ün “Türkiye’deki toplantıya Taliban temsilcisi de katıldı” sevinç çığlığının aynı güne rastlaması ise Tan için mutlu mu yoksa talihsiz mi olduğunu bilemediğim bir rastlantı olsa gerek!

Tam AKP hükümetine özgü şizofrenik bir durum: Türk askeri Taliban’ın yıktığı ülkeye yardım için Afganistan’da, Taliban temsilcisi İstanbul’da!

Adam hazır ülkemize kadar gelmişken Afganistan’da kaçırılıp öldürülen Türk vatandaşlarının yakınları ile de tanıştırılsaydı diye düşündüm.

Toplantının bir diğer ilginç yönü sonuç bildirisinin açıklanacağı toplantıya kadın gazetecilerin başörtüsü ile girmeye zorlanmaları.

Önce bu zorlamayı protesto için basın toplantısını boykot etmeyen gazetecilere kızdım.

Ama biliyorum ki o arkadaşlar görevlerini yapmaya çalışıyorlar ve gazeteci işini yapabilmek için gerekiyorsa “kılık da değiştirebilir”.

Sonra toplantıya katılan sarıklı, sakallı katılımcıların fotoğraflarına baktım: Aralarında başı açık kadın görünce cinsel suç işlemeye eğilimli kişiler mi vardı ki böyle bir zorlamaya gerek görüldü?

Ve sonra internette Başbakan’ın “Sen kendi hareminle ilgilen” sözlerini okudum.

Sadece görevlerini yapmak için orada bulunan ve “hareme dahil olmayan” kadın gazetecilerin kılık kıyafetleriyle neden bu kadar ilgilendiklerini anlayamadım!

Siyah-beyaz bir fotoğraf karesi

TEMPO Dergisi
’nin bugün piyasaya çıkan koleksiyon sayısında çok ilginç bir fotoğraf var. 1970’lerin başında bir masanın etrafında toplanmış gençleri gösteren, siyah-beyaz bir fotoğraf bu.

Bir doğum günü kutlaması yapılıyor ve masa o yıllardaki mütevazı doğum günü kutlamalarına katılmış olanların kolayca hatırlayabilecekleri gibi meyveler, pasta, yemişlerle donatılmış.

Masanın üzerinde de “süs olsun diye” konulmuş içki şişeleri dizili: İki şişe viski, bir şişe şampanya, bir şişe Tekel birası, iki şişe Efes.

Şişelerin “süs olarak” masaya dizildiği belli çünkü hem masanın etrafında toplananların yaşları o şişelerin içindekileri içmeye uygun değil, hem de bir bira şişesi dışındakiler açılmamış bile.

Bu fotoğrafı, o yıllardaki her orta sınıf evde çekilebilecek fotoğraflardan ayrı kılan şey masanın çevresindeki gençler içinde yer alan bir genç kızın varlığı.

Emine Erdoğan bu genç kız. Başına bugün kullandığına benzer bir türban bağlamış.

Yanında da geleneksel usullerle başını bağlamış bir genç kız daha var. Öteki genç kızların başları açık!

Bir fotoğraftan yola çıkarak derin analizler yapacak değilim.

Ama bu fotoğrafın gösterdiği bir şey çok önemli!

Bu, o yılların Türkiye’sinde insanların birbirlerine ve birbirlerinin alışkanlıklarına, yaşam biçimlerine daha tahammüllü olduklarını gösteren bir küçük örnek olması.

Bugün böyle bir fotoğraf karesi içinde Emine Erdoğan yer alabilir mi, yer alsa buna kendi çevresi ve karşıt çevreler ne yorumlar yapar, bunu bir düşünmenizi istedim sadece.

İtalyanların üzüldüğü şeye bakın

Floransa’da İngilizce olarak yayımlanan The Florentine isimli bir haftalık gazetede karamsar bir üslupla yazılmış bir haber okudum.

Floransa’nın da bulunduğu ve İtalya’nın en kültürlü insanlarının yaşadığı ileri sürülen Toskana bölgesinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı binde 8’e düşmüş.

Ancak bu olumlu gelişmeye rağmen kültürel faaliyetlere katılmak ve kitap okuma alışkanlığında büyük bir azalma gözleniyor.

Bölgede yaşayan her beş kişiden biri geçtiğimiz bir yıl içinde ne gazete, ne de kitap satın almış.

Yüzde 69’u geçtiğimiz yıl bir müzeye ya da sergiye gitmemiş. Geçtiğimiz yıl içinde bir tiyatro eseri seyredenler ise nüfusun ancak yüzde 20’sini oluşturuyor.

Toskana Bölge Başkanı Claudio Martini bu “vahim tablo karşısında” devletin kültür konusunda artık çok ciddi yatırımlar yapması gerektiğini söylüyor.

Haberin tonundaki karamsarlığa ve bu rakamlara bakınca cennet vatanımızı hatırladım.

İtalyanları çok üzen bu tablonun bizim ülkemizde de aynı oranlarla gerçekleşmesinin bizleri ne kadar büyük bir sevince boğacağını düşündüm.

İlk gençlik yıllarımda devlet büyüklerimizin “İtalya’yı 2000 yılında yakalayacağımızı” söylediklerini hatırlıyorum.

2000 yılı geride kaldı, ama hálá İtalyanları üzen gerçekleri bile yakalamaya ne kadar uzağız!