Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Ben vapurumu seçtim

“HAYDİ İstanbul, vapurunu seç” kampanyası dün Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın basın toplantısıyla başladı.

Doğrusunu isterseniz modernlik adına bir acayiplikle karşılaşmak endişesi yaşıyordum.

Endişemin yersiz olduğunu gördüm.

Halkoyuna sunulan sekiz tip vapurdan sekizincisi hariç tümü geleneksel İstanbul vapurlarının çizgisinde.

Ben İDO’nun internet sitesindeki ankette oyumu dört numaralı seçenek için kullandım. Bu yazıyı yazdığım öğle saatlerinde oy kullananların sayısı dört bini biraz geçmişti ve benim aşırı modern çizgisi nedeniyle hiç beğenmediğim sekizinci tip vapur yüzde 25 oyla liderliğe oturmuştu.

Benim beğendiğim dördüncü tip vapur ise yüzde 21 oy ile üçüncüydü.

Bundan kendim için nasıl bir sonuç çıkarmalıyım, bilmiyorum. Geri kafalı bir tutucu muyum, yoksa geleneksel olanı modernize etme çabasını gereksiz mi buluyorum? Belki her ikisi de!

Anlayamadığım bir husus da şu: Anket, İDO’nun internet sitesinde “Şirket-i Hayriye” başlığı altında yer alıyor. “Şehir Hatları” yerine artık “Şirket-i Hayriye” yeniden mi canlandırılacak?

Demokrasi manifestosu mu?

TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, Ulusal Egemenlik Bayramı nedeniyle yaptığı konuşma, İslamcı gazetelerce bu başlıkla değerlendirildi: Demokrasi manifestosu!

Arınç’ın konuşmasında bazı kurumların reformlara karşı direndiği, kendisini Meclis’in üstünde gördüğü, güçler ayrılığı ilkesini kendi bildiği gibi yorumladığı şeklinde ifadeler var.

Birçok kişi konuşmanın bu bölümünde Anayasa Mahkemesi’nin kastedildiğini düşünüyor. Ancak Arınç’ın bürosundan daha sonra yapılan açıklama, Başkan’ın YÖK’ü kastettiği şeklinde.

YÖK ile “güçler ayrılığı” ilkesinin nasıl bir araya geldiğini anlamak gerçekten zor.

Sanırım Arınç daha çok Anayasa Mahkemesi’ni eleştirdi; ama sonradan tartışma büyümesin diye YÖK ipine sarıldı!

Bu yönüyle Arınç’ın konuşmasında yeni bir yön yok.

Arınç’ın konuşmasındaki “en yeni” unsur, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin TBMM tarafından hazırlanmasının gerekliliği konusu.

Arınç, hiçbir demokratik ülkede böyle bir belge olmadığını söylüyor.

Bence yanılıyor. Her demokratik ülkenin tıpkı bizimki gibi, kendi özel güvenlik endişelerine yanıt veren bir “milli güvenlik stratejisi” var ve her ülke bunu kendi anayasal süreçleri içinde hazırlıyor.

Bizim Anayasal sürecimizde bu görev Milli Güvenlik Kurulu tarafından yerine getiriliyor. Bu kurulda Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcıları, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Milli Savunma Bakanı gibi “seçilmiş” kişiler de yer alıyor. Kurula başkanlık edenler de Cumhurbaşkanı ve Başbakan gibi “seçilmiş” kişiler.

Kurulun kararları Bakanlar Kurulu (yani seçilmiş bir kurul) tarafından “değerlendiriliyor”.

Burada TBMM’nin iradesine aykırı bir durum varsa bunu dikkate almayacak ve uygulamayacak olan kurul, Bakanlar Kurulu.

Arınç bana öyle geliyor ki bu konuşmasıyla yine “tribünlere oynuyor”.

Bunu bir “demokrasi manifestosu” olarak nitelemek de, ciddiye almak da mümkün değil.

Ayrı dünyaların insanlarıyız

AVRUPA Birliği, Türkiye’deki kütüphanelere “Kürtçe” kitapların da konulması yönünde bir istekte bulunmuş.

Haberi okurken aklıma şöyle bir şey geldi: Acaba, Avrupa Birliği’nden rica etsek de kütüphanelere Türkçe kitaplar konulması için de bir girişimde bulunmasını sağlasak mı?

Kitaplarla başı hoş olan bir ulus pek sayılmayız.

Kitaplarla aramız iyi olmadığı gibi kütüphanelerle de aramız iyi sayılmaz. Bir istatistik var mı bilmiyorum; ama eminim ki içimizde her yüz kişiden en az doksanı bir kütüphanenin yolunu bile tarif edemez.

Birçok ildeki kütüphanemiz ödenek yokluğu nedeniyle kapalı. Kapısında bekleyecek bir bekçi bile bulmakta zorlanıyoruz. İçlerindeki değerli el yazmalarını hırsızlardan korumaya bile gücümüz yok.

Birçok kütüphaneye yıllardır yeni kitap bile girmiyor.

Üniversitelerin ve bazı hayırseverlerin çabaları olmasa kütüphane diye bir yerin varlığını bile tamamen unutacağız.

AB’nin talebiyle ilgili haberi okurken ne kadar farklı dünyalarda yaşadığımızı düşündüm.