Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Benim maddem senin maddeni döver

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “bir gün gelecek Anayasa’nın hiçbir ilkesi ötekinin üstünde sayılmayacak” sözlerini okuduktan sonra “hangi ilkelerin diğerlerinden üstün sayıldığını” tekrar hatırlatmakta yarar var.

Anayasamızda ana hatlarıyla “iki tür” madde var: Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez olanlar ve TBMM’de belli koşulların yerine gelmesiyle değiştirilebilir olanlar.

Demek ki Anayasa ilkeleri arasında Başbakan’ın tarifiyle “ötekilere üstünlük taslayanlar”, bu değiştirilemez nitelikte olanlar.

Şimdi onlara bakalım:

Madde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Madde 3- Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir. Bayrağı, şekli kanunla belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı “İstiklál Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.

Anayasa’nın 4. maddesi de bu üç maddede belirtilen ilkelerin “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” olduğunu söylüyor.

Geri kalan maddeler “bir gün gelir” değiştirilebilir; ama bunlara elini sürmeye kalkanın da eli ciddi olarak yanar.

Bu durumda Başbakan’ın bir açıklama yapmasında yarar var.

Başbakan hangi ilkeleri kastettiğini açıkça söylese ve bizi şifre çözmekten kurtarsa diyorum.

Eş durumundan ’iş kadını’

DÜNYA İş Kadınları Zirvesi, İstanbul’da toplandı. Toplantıya iş yaşamında başarılı olmuş çok sayıda kadın da katıldı. Sayılarının çokluğu kadın-erkek eşitliğini kendisine dert edinen benim gibi kız çocuk babaları için sevindiriciydi.

Toplantıyı Emine Erdoğan yaptığı bir konuşmayla açtı. Başka ülkelerden de önde gelen siyasetçilerin eşleri zirveye, sanıyorum “vitrin heybetli dursun diye” davetliydi.

Gazetelerden kimlerin katıldığını aktarıyorum: Emine Erdoğan (Başbakan Erdoğan’ın eşi), Esma Esad (Suriye Devlet Başkanı’nın eşi), Zinet Karzai (Afganistan Devlet Başkanı’nın eşi), Oya Talat (KKTC Başbakanı’nın eşi), Ronda Berri (Lübnan Devlet Başkanı’nın eşi), Media Terziç (Bosna Hersek Bakanlar Kurulu Başkanı’nın eşi). Liste böyle uzayıp gidiyor.

Listeye bakınca keşke “toplumsal yaşamdaki yerleri eşlerinin görevleriyle tarif edilmeyen kadınlar” vitrinde olsalardı diye düşündüm.

Yanlış anlaşılmasın: Bu hanımların varlıklarını küçümsüyor, değerlerini hafife alıyor değilim.

Evlerinde oturmak yerine, bu tür toplumsal projeler içinde yer almalarını da takdir ediyorum.

Ancak “birisinin eşi olarak anılmanın”, yetişmekte olan kız çocukları için de iyi bir “rol modeli” olamayacağı kanısındayım.

Ve gazetelerin yazdığına göre Semra Sezer toplantıya çağrılmamış. Emekli olana kadar yaşamını öğretmen olarak geçirmiş, kendi başına da bir şeyler başarmış bir kadının anlatacaklarından öğrenecek bir şeylerimiz olabilirdi oysa.

Bu eserimde sevgiyi anlattım

BAHARIN ilk günlerinde Boğaz’da yürürken bir beton blokun üzerinde bir “grafiti” ile karşılaştım.

Siyah sprey boyayla ve düzgün bir el yazısıyla yazılmış bir yazıydı bu. Şöyle diyor: Bu eserimde sevgiyi anlattım!

İlk gördüğümden beri belki yirmi kere o yazının önünden geçtim.

Her seferinde yüzümde geniş bir tebessümün doğmasına engel olamıyorum.

Hangi isimsiz “mizah yazarı”nın eseriyse her gülümseyişimle birlikte şöyle düşünüyorum:

Yazan her kimse sevginin esasen böyle bir şey olduğunu çok derinlerinde bir yerde biliyor olmalı.

Çünkü bence bir insanı güldürmekle başlar her şey.

Kimse, kendisini güldürmeyi başaramayan bir erkek ya da kadınla ortak bir sevgiyi paylaşamaz gibi geliyor bana.

Çünkü gülmek, sadece insana özgü canlı davranışıdır. Zeká ile ilgilidir.

Ve şunun yanıtını da hiçbir zaman bulamamışımdır: Toprağı sıksan mizah yazarının fışkırdığı bir ülkenin yöneticileri, asık suratlı olmak için neden bu kadar çok çaba gösterirler?

Hiddetle bakan gözler, gerilmiş dudak kasları, şişirilmiş şahdamarlarıyla kimi etkileyebileceklerini sanıyorlar?