Cüneyt Zapsu’ya semiyolojik bir yaklaşım!
KONUŞUR ya da yazarken seçtiğimiz kelimeler ilk bakışta sıradan görünseler bile iç dünyamızı ele veren ikincil anlamlar da taşırlar.
İnsanların dışarıya yansıtmaya çalıştıkları kişilikleri ile gerçekte oldukları kişilik arasında da kimi kişiler için uzun, kimileri için kısa da olsa bir mesafe mutlaka vardır.
Yani kimse göründüğü gibi değildir. Ve “erbabının elinde” söylediğiniz sözler görünen siz ile gerçek siz arasındaki mesafeyi kapatan bir araca dönüşürler ki buna semiyoloji (göstergebilim) deniliyor.
Umberto Eco ve Roland Barthes gibi çağdaş düşünürler bu işin ustaları.
Cüneyt Zapsu’nun Amerika’nın başkenti Washington’da yaptığı konuşmayı bize bir de mesela Roland Barthes anlatsaydı, ne kadar iyi olurdu.
Zapsu’nun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için söylediği şu sözleri kastediyorum:
“Bu adam dürüst bir adam, kendi inançlarında samimi. Bu adamdan yararlanmayı bilmelisiniz. Çünkü çok geniş bir itibarı var, hem inançlı olması hem de Batı tipi demokrasiyi benimsemesi nedeniyle. Devirmeye çalışmak yerine, delikten aşağı süpürmek yerine onu kullanın.”
Hepsi topu dört cümle ama içinde öyle kara delikler gizli ki bütün evreni yutabilir! Örnekleyelim:
“Bu adam”- Bir insan yakından tanıdığı birisinden “bu adam” diye söz ederse, bu durum birinci şahsın, ikinci şahsı küçümsemesi anlamına gelebilir mi?
“Delikten aşağıya süpürmek”- Neleri delikten aşağıya süpürebiliriz? Süpüren ile süpürülenin ilişkisi nasıl olabilir böyle bir durumda? Süpürenin mutlak iktidarı, süpürülenin acizliği ve geçiciliği ile ilgili şeyler geliyor aklıma.
“Onu kullanın”- Kullanılan şey, kullanana koşulsuz olarak itaat eder. Otomobil, gözlük kullanırsınız. Bence yanlış bir Türkçe ama sigara bile “kullananlar”dan söz edebiliriz. Kullanılan şey daha sonra kolayca atılabilir, satılabilir. Onunla işinizin bitip bitmediği ile ilgili bir durum. Soru da bu zaten: Bir Başbakan nasıl kullanılır? Kullanma talimatı nerededir? Son kullanma tarihi var mıdır? Varsa bir de “üretim tarihi” mi olmalı? Üreten kim?
İşte böyle, dedim ya Barthes ya da Eco olsaydı bize neler anlatırlardı, neler?
Osman Baydemir o sözü söylememiş!
CUMA günü bu köşede Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in, Tempo’da yayımlanan sözleri üzerine bir yorum yaptım.
Osman Baydemir bir açıklama gönderdi. “Türkler ile Kürtler bir arada yaşayamazlar” ifadesinin kendisine ait olmadığını, konuşmasının bütününden de böyle bir anlam çıkarılamayacağını belirtti.
Bunun üzerine Tempo yöneticilerinden söyleşinin kayıtlı olduğu ses kasetinin çözümünü aldım.
Öyle görünüyor ki Diyarbakır Belediye Başkanı haklı.
Baydemir “Türkler ile Kürtler bir arada yaşayamaz” şeklinde bir söz söylememiş.
Baydemir’in söyleşideki sözleri bant kaydında aynen şöyle:
“Bu milliyetçilik ayrışma getirir. Kürtlerde beraber yaşama konusunda farklı duygular gelişir. Kürtlerde böyle bir duygu gelişirse buna kesinlikle karşı çıkmak lazım. Bunun çıkmayacağının garantisi yoktur, çatışmalar devam ederse. Kürtler arasında biz beraber yaşayamayız duygusunun yerleşmeye başladığını görmek lazım. Bütün çabalarımız gayretlerimizi, yöntemlerimizi aktif hale getirmeliyiz derken bu iki halkın beraber yaşamasında söz ediyorum. Telafisi imkánsız olan yaralara yol açmamak lazımdır. Buradaki 9 yaşındaki çocuğun ölümü milliyetçiliği körükler. Ben bunlar olmasın diyorum. Bunlar olduğunda siyaseti daha başka şartlar altında yapmak zorunda kalırız.
Acıyı ortaklaştırsak, bir grubun acısını içselleştirirsek, böyle bir çabamız olursa, birlikte yaşam için söylüyorum, başka da çaremiz yoktur. Bunu yapamazsak ya herkes yoluna ki bu benim tercihim değildir, ya da hayır hep beraber yaşayacağız, bir aradayız deyip bunu sağlayacağız.”
En iyi yazı hiç yazılmamış olan mı?
ŞÖYLE bir karikatür hatırlıyorum, galiba The New Yorker’da görmüştüm.
Büyükçe bir dikdörtgen çizilmişti. Dikdörtgenin çevrelediği alanda hiçbir çizgi, işaret, yazı vs. yoktu.
Çerçevenin altına da şöyle yazılmıştı: İşte hiç kimseyi kızdırmayacak, ırkçılıkla, din ve cinsiyet ayrımcılığıyla suçlanmayacak, politik olarak doğru bir karikatür!
Yazdığım yazıları herkesin beğenmesini beklemiyorum elbette, çünkü bazen ben de beğenmiyorum. Ertesi gün okuduğumda daha iyi yazılabilirdi diye düşündüğüm oluyor.
Fikirlerime herkesin katılmasını da beklemiyorum, buna alışkınım. Kendimi bildim bileli genel kabul gören görüşlerle sorunum oldu çünkü.
Ama bazen herkesi memnun edecek bir köşe yazısı için acaba bu köşenin boş bırakılması mı gerekiyor diye düşündüğüm oluyor. Tıpkı size anlattığım karikatürdeki gibi yani.
Özellikle İslamcı geçinenler ve futbol kulübü taraftarlarına yazı beğendirmek mümkün değil çünkü.
Okuyucuların yazılarımızla ilgili görüşlerini belirtmeleri elbette bizler için çok yararlı bir şey.
Ama küfür ederek düşüncelerimizi değiştirebileceklerini zanneden zavallılara ise sadece gülmek geliyor içimden.