Bir konuşursa!
Bu bir Türk klişesidir: Bir konuşursam, yer yerinden oynar!
Toplumu o sıralarda ilglendiren bir olayla ilgisi olduğu düşünülen kişiler tarafından kullanılır.
Bu klişeyi söylerler, ama asla konuşmazlar. Böylece bir şeyler bildiklerini ama bilinmeyen nedenlerle susmak durumunda olduklarını anlarız.
Toplumda böyle bir algı yaratan kişi de bir anda “önemli” bir insan haline dönüşür, bunun tadını çıkarır! Bu tipler genellikle plavracılar arasından çıkarlar.
Dört bakan ile ilgili soruşturma komisyonunda verilen ifadeleri gazetelerde okuyunca, bu sözü söyleme hakkına sahip olan bir tek kişinin aslında Reza Zarrab olduğunu düşündüm.
Mesela “saatçisi” diyor ki “Reza Bey, her yıl bizden 1 milyon Euroluk saat alırdı”!
Reza Bey kardeşimiz yılda 20 – 30 saat alıyormuş.
Demek ki Ankara’da sadece Zafer Çağlayan’ın değil, başka bir çok kişinin de kollarındaki saatlerin kaynağı burası.
Bu saatler kimlere verilir? Yanıtı belli aslında, bakanlara, bürokratlara.
Niye verilir? Çarklar yağlansın, işler hızlı gitsin diye.
Sadece bu ifade bile, takipsizlik kararıyla kapatılan dosyanın yeniden açılmasını gerektiriyor ki anlayalım bu saatler kimlere verilmiş, ne amaçla verilmiş?
Reza Zarrab’ın bir de “kuryesi” varmış. İstanbul’dan, Ankara’ya 2 milyon Euro, 2 milyon dolar ve 1,5 milyon liralık “paketler” taşımış!
Ama hafızası zayıf bir arkadaş belli ki, bunca parayı kime verdiğini hatırlayamıyor!
Tahmin edelim kimlere verilmiş olabilir: Bakanlara ya da bürokratlara!
Zaten elde bir çok ses kaydı da var, bakanların kimler olduklarını da tahmin etmek zor
değil.
Artık rüşvet dosyasına İstanbul savcısının neden takipsizlik kararı verildiğini daha iyi anlayabiliyoruz. Her şey Reza Zarrab’ın konuşmasını önlemek için!
Çünkü artık belli oluyor ki o bir konuşursa, yer yerinden oynayacak!
Müslümanların keşiflerini çalan bir “üst akıl” var!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dünyaya ilan etti ki Amerika’yı keşfeden aslında Kristof kolomb değil, Müslümanlarmış.
Sözlerini tekrarlayalım ki inancımız artsın, tekrarda fayda vardır:
“Latin Amerika’nın İslam’la tanışması 12. yüzyıla kadar dayanır. Amerika’yı Kolomb değil 1178’de Müslümanlar keşfetti. 1178’te Müslüman denizciler Amerika kıtasına ulaşmıştı. Kristof Kolomb anılarında Küba kıyılarında dağın tepesinde bir caminin varlığından bahseder. Ben şimdi Küba’lı kardeşimle konuşurum. O dağın tepesine bir cami bugün de yakışır. Yeter ki izin versinler, olur desinler. Yani Kolomb daha Amerika kıtasını keşfetmeden İslam dini kıtada inkişaf etmiş, yayılmıştı.”
Gerçi Bartolome de las Casas, Kolomb’un seyir defterinden şöyle aktarıyor ama olsun:
“San Salvador adını verdiği nehirin ve limanın konumu hakkında yorum yaparken, oradaki dağları Pena de las Enamoradas gibi yüce ve güzel olarak betimler. Ve içlerinden bir tanesinin zirvesinde, zarif bir camiye benzeyen küçük bir tepe daha vardır.”
Bir dünya liderine de zaten bütün dünyanın yanlış bildiği bir şeyi düzeltmek yakışırdı, böylece bu aşamayı da geçmiş bulunuyoruz!
Şimdi sıra dünyanın yanlış bildiği başka konuları düzeltmeye gelmeli.
Mesela Newton’un kafasına elma düşmeden önce ağacın gölgesinde uyuklarken rüyasına giren ak sakallı dedeyi gündeme getirmek gerek ki yer çekimini bulanın aslında bir Müslüman olduğu da öğrenilsin.
Arşimed, hamamda yıkanırken tellağın tasına bakıp suyun kaldırma kuvvetini bulduğunda gerçi henüz Hz. İsa bile doğmamıştı ama olsun!
Bunu, bir Müslümanın buluşunu sonradan bir putpereste mal etmek isteyen “üst akıl” uydurmuş olamaz mı?
Öyle görünüyor ki tarihi günlere tanıklık ediyoruz.
Bütün bildiklerimizi unutmak zorunda kalacağımız tarihsel gerçekler AKP’in bin odalı sarayından dünyaya yayılmayı bekliyor!
Dersim özüründen kim sorumlu?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra sazı Başbakan Ahmet Davutoğlu aldı ve CHP’yi, Dersim’deki sivil katliamları nedeniyle özür dilemeye davet etti.
CHP’nin bu konudaki kafa karışıklığına sonra geleceğim, önce özürü kim dilemeli ona bakmak gerek.
Dersim’deki isyandan sonra “tenkil” kararı alındığında iktidarda tek parti olarak CHP vardı. (Tenkil kavramını kullanan Celal Bayar’dır, o tarihte o da CHP’nin üyesiydi.
Tenkil, herkese unutulamayacak bir ceza vermek ya da düşman ve zararlı görünen kimseleri topluca ortadan kaldırmak anlamında bir kelime.)
Ama karar devletin normal kanallarından geçerek alındı, bir parti kararı olduğu söylenemez.
Böyle bir durumda özür dilemesi gereken de devlettir, başkası değil.
Başbakan Davutoğlu, buna gerçekten önem veriyor, CHP’yi karıştırmak için söylemiyorsa yapması gereken bellidir:
Özrü ya bir TBMM kararıyla dilerler ya da bir hükümet kararıyla, Türkiye Cumhuriyeti devleti adına!
Gerisi demagojiden ibarettir!
CHP’ye gelince: Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, partisi adına özür dilediğini açıklayınca parti yine karıştı. Bir kanat özür dilenmemesi gerektiğini savunuyor ama bunu yaparken sanki Dersim’de, sivil halk topluca yok edilmemiş, etnik temizliğe tutulmamış gibi davranıyorlar.
Tarihi olayları yok saymak şeklinde ortaya çıkan bir hafıza kaybı mı, yoksa “iyi oldu” anlamına mı geliyor?
Dersim’de “isyancıların” cezalandırıldığını söyleyip, sonra da işi “Hükümet PKK’dan da özür dileyecek mi”ye getiren bir demogoji daha var.
Dersim’de katledilenler sadece isyana karışanlar değil, sivil halktı.
Sizin, benim gibi insanlar ve tek suçları o bölgede yaşamak, isyana karışmış kişilerin aşiretine bağlı olmak ya da sadece Kürt ve Alevi olmaktı.
Bu ikisini birbirine karıştırmak vicdan ile ilgili bir sorun olduğuna da işaret eder.