Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir varmış, bir yokmuş!

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, askerlerin görevleri dışındaki suçlarının sivil mahkemelerde yargılanmasına olanak sağlayan yasa ile ilgili incelemesini tamamladı ve yasayı onayladı.

Gazetelere yansıyan haberlerden öğrendiğimize göre, Cumhurbaşkanı’nın hukuk danışmanları incelemelerini yaparken Avrupa Birliği mevzuatını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını da elden geçirdiler.

İnsanın hoşuna gidiyor tabii. Böyle böyle biz de Avrupalı olacağız gibi görünüyor.

Zaten Başbakan da, bakanlar da sık sık bize Avrupa’yı örnek gösteriyorlar. Hem Başbakan, Sarkozy’den de yakınıyor. “Avrupa’ya gireceğiz, ama Sarkozy engel oluyor” gibi bir durum!

Ama “Avrupa Birliği” öyle sihirli bir kelime ki bazen işlerine yarıyor, bazen sanki hiç öyle bir şey yokmuş gibi davranılabiliyor.

“Avrupa Birliği” sanki “Bir varmış, bir yokmuş” diye başlayan bir çocuk masalı.

Bazen var, bazen yok!

Polise taş attılar diye küçücük çocuklar terör örgütü üyeliğinden yargılanırken AB ve AİHM kararları yok! Baraj, köprü yaparken tabiatı ve tarihi mirası umursamazken de yok! Tutuklamalar, bir cezalandırmaya dönüşürken yok!

Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler sağlıklı yaşama hakkını aradıkları zaman da yok!

Sıra işkencecileri yargılamaya gelince de yok! AB şu sıralar bir tek “askeri köşeye sıkıştırmak” söz konusu iken var!

Böyle bir hükümetin, AB konusunda samimi olduğuna siz inanır mısınız?

Tahrip etmeye kararlı bir hükümet!

TARİHİ kesin olarak bilinmeyecek kadar eski Hasankeyf’i, baraj suları altında bırakma projesi, Ilısu Barajı’na kredi desteği sağlayacak Alman, Avusturyalı ve İsviçreli finansörlere takıldı.

Gerek Türkiye’de, gerekse Avrupa’da tarih ve doğa bilinci gelişmiş kişi ve kuruluşlar yıllardır yapılmak istenen işin nasıl bir tarih ve tabiat katliamı olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.

Anlamayan, anlamak istemeyen bir tek yer kaldı: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti!

Finansörlerin, tarihi ve doğayı koruyacak önlemler alınmadığı için desteklerini çektiklerini açıklamalarından sonra Çevre ve Orman Bakanlığı bakın ne dedi:

“Ilısu Barajı’nın yapımı kararlılığımızın devam ettiğini önemle vurgulamak isteriz!”

Adı “Çevre ve Orman Bakanlığı” ama ne çevre umurunda, ne de orman!

Belli ki barajın inşaatı için birilerine verilen sözler, binlerce yıllık tarihten de, eşine ender rastlanacak bir tabiattan da daha değerli.

Bu tavır, hükümetin demokrasiyi sadece parmak hesabından ibaret bir rejim olarak gördüğünün de kanıtlarından biri.

Zannediyorlar ki hükümet etme yetkisini almış olmak, sivil toplumun taleplerine, uyarılarına kulak tıkamayı haklı ve meşru kılar!

Ve biz şimdi bu zihniyetten, İstanbul’un son ormanlarını ve su kaynaklarını bir köprü uğruna feda etmemesini bekliyoruz.

Hiç kuşku duymayın ki bu talepleri de duymazdan gelecekler ve İstanbul’un üzerinden bir felaket bulutu gibi geçip gidecekler.

Hasankeyf’te pes etmeyen sivil toplumun, İstanbul’u bu görünür felaketten kurtarmak için de direnmesi gerekiyor!

Ağızlarına biber sürülecek liderler

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a “maganda” dediği için 10 bin lira tazminat ödemeye mahkûm edildi.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi ise Deniz Baykal’a “şarlatan” dediği için yargılanıyordu, beraat etti. Her iki dava da Ankara’da görüldü. Aynı binada görev yapan iki ayrı yargıcın değerlendirmesi bu!

Kararlarda bir “standart” olduğunu söyleyebilmek için insanın kendisini çok zorlaması gerekiyor.

Hangi yargıcın kararının doğru olduğuna karar verecek olan ben değilim elbette. Temyiz süreci ne gösterir, şimdiden tahmin edebilmemiz de olanaksız. Ancak bir tuhaflık olduğu çok açık! Birbirine benzer iki kelimeden birisi “hakaret” sayılıyor, diğeri ise “hakaret değil”.

Dediğim gibi temyiz süreci bitince biz sade vatandaşlarda uyanan bu kafa karışıklığı giderilebilir sanırım.

Burada dikkat çekmek istediğim, siyasi tartışmalarımıza hákim olan seviyenin düşüklüğü.

Siyasi partilerin liderleri ve önde gelen isimleri, çocuğunuz söylese ağzına biber süreceğiniz sözleri, uluorta söyleyebiliyorlar.

Sebebinin “çok konuşmak” olduğunu düşündürtüyor bana. O kadar çok konuşuyorlar ki sonunda sözcük dağarcıklarında seçip kullanabilecekleri düzgün kelimeler bitiyor, geriye bunlar kalıyor! Bence bu tür davalarda tazminat yerine suçlu olanın yüzünü kızartacak türden cezalar verilmeli.

Elbette “utanma” duyguları da sözcük dağarcıkları gibi yok olup tükenmediyse!