Böylesi hangi demokraside mümkün?
NEDİM Şener ve Ahmet Şık’ın neden tutuklandıklarını biliyoruz. Ne olduğunu bilmediğimiz ama savcılığın bildiği bir “gizli delil” nedeniyle tutuklandılar.
Nedim Şener’in telefonunun da iki yıldır dinlendiğini biliyoruz. Yine sanığın kendisinin de bilmediği ama savcılığın bildiği bir “gizli delil” nedeniyle!
Bu “gizli delil”in ne olduğunu savcılık ne zaman uygun görürse o zaman öğreneceğiz. Sanıklar, sanıkların avukatları, mahkemenin yargıçları ve biz gariban kamuoyu!
Bu hiç kuşkusuz ki normal olmayan bir durum!
Hukuk devletinin olduğu, insanların adil yargılanma haklarının bulunduğu medeni ülkelerin hiçbirinde rastlanmayacak bir durum bu.
Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılığın bu yetkiyi yersiz ve haksız olarak kullandığını iddia etmeyeceğim. Buna hakkım yok, çünkü delilin ne olduğunu bilmiyorum.
Savcıların ve yargıçların artık bağımsızlıklarının kalmadığını düşünüyor olsam da o mesleği yapan tek tek bireylerin kendilerine saygıları nedeniyle kimseye bağımlı olmayı kabullenemeyeceklerini düşündüğüm için!
Çok saf olabilirim elbette. Ama bu da benim açımdan bir sorun oluşturmuyor, bu halimden memnunum.
Sorun, bu ülkenin sorunu.
Yarın günün birinde her birimiz için ne olduğu bilinmeyen böyle bir “delil” nedeniyle tutuklanma kararı verilebilir. Konu terör ve örgütlü suç ile ilgili ise bir on yıl ne olduğunu bilmeden hapishanede yatabiliriz.
Bu tür olaylar otokratik, teokratik, faşizan yönetimlerin altındaki ülkelerde yaşanabilir.
Başbakanımız ise “ileri demokrasiye” geçmekte olduğumuzu söylüyor. AB’ye üye olmak istiyoruz, Başbakanımız bizi AB’ye almıyorlar diye sinirleniyor.
Bu tabloya bakınca kendimize şunu sormamız gerekiyor: Bunu gerçekten hak ediyor muyuz?
AB’nin hangi ülkesinde böyle olağanüstü yetkilere sahip mahkemeler ve savcılar var? Hangi ülkesinde vatandaşların telefonları iki yıl dinlenebiliyor? Hangisinde sanıklar neyle suçlandıklarını bilmeden yıllarca hapis yatabiliyor? Hangi ülkesinde yargıçlar, kendilerinden bile saklanan delillerin varlığı nedeniyle tutuklama emri verebiliyor?
Başbakan’dan harcırah alan gazeteciler
YUNANİSTAN’da olduğunu biliyordum, ama bizim ülkemizde de varmış. Yunanistan’da bazı gazeteciler devletten maaş alırlar. Bu onlar için normal sayılıyor, dünyanın hiçbir yerinde normal sayılmasa da!
Yeni Şafak yazarı Ali Murat Güven, geçen hafta bir yazı yazdı. Necmettin Erbakan’ın ardından yazılmış bir “anı” bu.
Oradan anlıyoruz ki Necmettin Erbakan’ın Başbakan olduğu günlerde bir yurtdışı gezisinde dinci basında çalışan gazetecilere 500’er dolar harcırah vermiş.
Gerekçe de şu: “Bizim çocukların cebinde kesin para yoktur!”
Olay 1996 yılında Tahran’daki İstiklal Oteli’nin lobisinde cereyan etmiş.
Yazar, o sırada orada bulunan “gazetecilerin” şimdiki AKP milletvekili Mehmet Ocaktan (o tarihte Yeni Şafak Genel Yayın Müdürü), Akit’ten Abdülkadir Özkan, Kanal 7’den Zahid Akman (RTÜK eski başkanı ve Deniz Feneri e.V. davasının kuşkulusu) ve Milli Gazete’den Ferhat Koç, Mustafa Kurdaş ve Ekrem Kızıltaş olduklarını hatırlıyor.
Yine yazarın söylediğine göre bu “harcırah” geziye katılan diğer gazetecilere verilmemiş. Ve yine yazarın belirttiğine göre para Erbakan’ın “şahsi hesabından” verilmiş.
Gazeteci olarak bu tür çok geziye katıldım. Uçak, otel, yemek giderlerimizi gazete karşılardı, harcırahlarımız da gazetenin iç yönetmeliğine uygun olarak verilirdi.
Başbakan’dan harcırah alan bir gazetecinin ne kadar bağımsız olabileceğini sizlerin takdirine bırakıyorum. Ayrıca bir Başbakan’ın “bizim çocuklar” diye bazı gazetecilerden söz etmesinin tuhaflığına da dikkatinizi çekerim.
Öte yandan şu da var: Rahmetli Hoca, şahsi hesabıyla partisine verilen devlet yardımını aynı şey zannettiği için mahkûm olmuştu.
Harcırahların verildiği şahsi hesabın da örtülü ödenek ile ilgili olmadığını ümit etmek isterim.
34 BC 5736 (2. Bölüm)
GEÇEN gün başlıktaki plakayı takmış bir Mercedes’in aracın önüne takılmış bir mavi kırmızı yanar söner lamba ve siren çalarak TEM Otoyolu’nda vatandaşları taciz ettiğini, trafik kurallarını çiğnediğini yazmıştım.
Böyle yazılar yazdığımda, ertesi gün İstanbul Emniyeti ’nin müdür yardımcılarından biri ya da Trafik Denetleme ’den bir yetkili arar ve “şu yasal işlemi yaptık, bu cezayı kestik, lambayı, sireni söktük” diye açıklama yapardı.
Bu kez böyle bir açıklama almadım.
Belli ki bu plakalı otodaki kişi, ensesi kalın bir zat!
Trafik düzeni ile ilgili kanun hangi araçların siren ve tepe lambası takabileceğini ve bunların hangi şartlarda kullanılabileceğini açıkça yazıyor.
“Şöyle torpilli, böyle kalantor, şu derece önemli” de olsa sivil araçların bu tür işaret ve sirenler kullanması yasak.
Ama trafik polisi belli ki buna göz yumuyor, ihbarı da görmezden gelebiliyor. Vatandaşlara önerim şudur: Otomobil yedek parçası satılan her yerde bunları çok ucuz fiyatlara alabilirsiniz. Bütün araçlara bunları takalım ve sirenleri çalıp, tepe lambalarını yakıp trafiğe çıkalım.
Madem kanunlar aramızda bir eşitlik sağlayamıyor, bu eşitliği kanunları çiğneyerek bizler sağlayalım!