BAŞBAKAN’ın kişisel emriyle uygulamaya sokulan “Doğan Grubu’nu bitirme planı” karşısında kişisel durumum ilginç bir hal aldı.
İşsiz kalmak ile harcayamayacağım kadar para sahibi olmak arasında bir ikilem içindeyim.
Yani Başbakan’ın planı işe yararsa işsiz kalacağım. Buna karşı izleyeceğim yol istediklerimi özgürce yazabileceğim bir internet sitesi kurmak olabilir.
Öte yandan bu yol yerine “alternatif yolu” seçersem, kendim gazete ve televizyon sahibi olabilirim.
Şöyle: Maliye Bakanlığı’nın Doğan Grubu’nun bazı şirketlerinin hisse devirlerinde KDV kaçırıldığı iddiası var. O muazzam vergi aslı, cezası ve faizi kanunun açık hükmünün Maliye Bakanlığı tarafından tanınmıyor olmasından kaynaklanıyor.
Geçtiğimiz beş yıl içinde aynı işlemi yapan şirketlerin, bankaların isimlerini burada tek tek yazsam dudaklarınız uçuklar.
Ayrıca isimlerini yazmamış olmamın “kişisel zenginlik hesaplarım açısından” da bir nedeni var, onu da biraz sonra söyleyeceğim.
Kaba bir hesapla bu bankalar ve şirketlerin benzer işlemlerine benzer bir vergi cezası kesilecek olursa neresinden baksanız 250 milyar dolara varacak bir “vergi cezası” ortaya çıkacak.
Bilmiyorum, biliyor musunuz? Bu vergi kaçağını ihbar edenlere, denetlemeden sonra vergi kaçağı tespit edilirse kesilen verginin yüzde 10’u ödül olarak veriliyor.
Yani yeterince sabreder ve incelemelerin bitmesini beklersem ve Türkiye de bir hukuk devleti ise 2.5 milyar doları cebe indirmem işten bile değil.
Yani zor bir karar vermem gerekiyor.
Bir yandan işimi korumak için Başbakan’ın planının bağımsız yargıdan dönmesini bekleyeceğim, diğer yandan yargı kararı aleyhte olursa bu nedenle zengin olacağım.
Şu anda hangisi için dua edeceğime tam olarak karar veremedim.
Bunun tek riski Maliye’nin Doğan’a kestiği cezayı diğerlerine kesmeme olasılığı.
Çünkü hukuk dışına bir kere çıkıldı mı, kimin cezayı yiyeceğine, kimin paçayı kurtaracağına bir kişi karar veriyor ve bana öyle geliyor ki o şahıs da benim zengin olup gazete çıkarmamı hiç istemez!
Kadir Bey’in ‘sitcom’u!
İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın, İstanbul’daki sel felaketi ile ilgili olarak kendisinden önceki belediyeleri ve bazı ilçe belediyelerini suçladığı basın toplantısını izlerken bir “sitcom-durum komedisi” tadı aldım.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanı seçildiği tarih: 27 Mart 1994.
Ayamama Deresi civarındaki yapılaşmanın yoğunlaştığı dönem de aşağı yukarı o günlere denk geliyor.
Mesela 1991 yılında Sabah Gazetesi Ayamama Deresi’nin kıyısındaki eski binasına taşındığında TEM otoyolu-Havaalanı bağlantı yolu daha tam olarak açılmamıştı, tek şerit kullanılıyordu.
Nitekim bölgenin nazım imar planında değişiklik de 1997 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde yapıldı. Bölge rekreasyon alanı olmaktan çıkarılıp, “Dünya Ticaret Merkezi Alanı” olarak ilan edildi ve çok katlı yapılaşma ondan sonra başladı.
1998 yılında mahkeme kararı olmasına rağmen plan uygulanmaya geçildi ve bugünkü tablo ortaya çıktı.
İstanbul’da 27 Mart 1994 tarihinden sonra AKP dışında büyükşehir belediyesini kazanan da olmadı. Ali Müfit Gürtuna’yı iki dönemdir Kadir Topbaş izledi.
Ve Kadir Bey, bu bölgedeki sel felaketi için kendisinden önceki belediyeleri suçluyor.
İster gülün, ister “Biz kime oy vermişiz” diye ağlayın!
Gökçek’in demokrasi aşkı
MELİH Gökçek, Ankara’da trafiğe kapatılacak Bahçelievler 7. Cadde’deki içkili mekânların kaldırılması için referandum yapılmasına karar verdi.
Halka sorulacak ve bu eğilim yoklamasında “içkili yer olmasın” sonucu çıkarsa, bölgede “içkisiz alan” ilan edilecek.
İçki yasağının bu kez “demokratik açılım” kılığında hortladığı görülüyor.
Merak ettim: Melih Gökçek yıllardır Ankara’da saltanat sürüyor. Bu yerler açılırken aklı neredeydi?
Üstelik Melih Gökçek, bugüne kadar Ankara’nın altını üstüne getirirken kimseye kulak vermedi.
Halkın ne dediğini merak etmediği gibi birçok konuda mahkeme kararlarını bile uygulamadı.
Şimdi durduk yerde bu demokrasi aşkına tutulmuş olması gerçekten üzerinde düşünülmeye değer.
Belli ki o bölgedeki işyerlerinin başka talipleri var. Kokusu yakında çıkar nasıl olsa.