Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bu insanların hepsi Ergenekoncu değil ya!

CUMHURİYET Bayramı gecesi Bodrum’da olmanızı ve sokaklardaki havayı teneffüs etmenizi isterdim.

Ertesi gün gazetelere bakarken fark ettim ki Bodrum’daki halk kutlamalarının benzerleri, ülkemizin birçok yerinde tekrarlanmış.

Benim çocukluğumda bu kutlamalar böyle olmazdı. Gençliğimde de halkın bu kadar coşkulu kutlamalar yaptığına tanık olmadım.

Demek ki Türkiye’de halkın önemli bir bölümünde, cumhuriyet değerlerinin tehlike altında olduğuna ilişkin bir inanç oluşmuş. Bir yandan ülkenin parçalanacağı kaygısı, diğer yandan laik yaşam biçiminin tehdit altında olduğu inancı buna yol açıyor.

Ve bir şeyi daha gösteriyor: Başbakan, seçimden sonra verdiği “Herkesin başbakanı olacağım” sözünü tutmayı başaramamış, böyle bir inancı kitlelere verememiş.

Ben Başbakan’ın yerinde olsam geriye döner, yaptığım hataların neler olduğunu anlamaya çalışırdım.

Sokaklara dökülenlerin hepsini “Ergenekoncudur” diyerek içeriye tıkmaya olanak yok çünkü! Bu tablo Türkiye’nin bütünlüğü için, en az Türk-Kürt meselesi kadar derin bir fay hattının varlığını ortaya koyuyor.

Bu fay hattının kırılmasını önleyecek, gerilimin azalmasına yönelik adımları atacak olan da herhalde Başbakan’dan başkası değil. Bu ülkeyi giderek yönetilemez hale getirecek bu fay hattının varlığını koruması, her şeyden önce ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlenenleri rahatsız etmeli.

Durumun bir de benim gibi memlekette çok gezenler açısından bir sonucu var. Dün akşam bir arkadaşım bunu “duygusal yo-yo” diye tanımladı. Ülkenin bir yöresinde “Bu ülkeye bir şey olmaz, yaşam biçimimizi kimse tehdit edemez” duygusuna kapılıyorsunuz, bir başka yöresinde “Eyvah, bu iş çoktan bitmiş” duygusuna.

Türkiye çok ciddi bir ayrışma sürecinin içinde gibi görünüyor.

Bunu demokrasi içinde kalarak çözmek zorundayız.

 

Affeden kadın, unutmayı da başarabilir mi?

 

GAZETECİ-dergici-televizyoncu arkadaşımız Ömer Özgüner’in romanı “Başkasını seviyorum – Bu acı gerçeği bardağı uzatır mısın der gibi söylemiştim” kısa sürede Türkiye ölçülerinde önemli bir satış rakamına ulaştı.

İtiraf edeyim ki Ömer arkadaşım olduğu için romanı okumak üzere elime aldım. Bitirdiğimdeki duygumun ise arkadaşlıkla ilgisi yoktu. İyi bir yazarın, iyi bir romanını okuduğumu düşündüm.

Ömer Özgüner’in romanında kadınlarla ilgili ilginç bir soru var: İhanete uğrayan ve sonra eşini, sevgilisini affeden kadın bunu unutabilir mi?

Ömer’in tezine göre, bir kadın, eğer gerçekten seviyorsa ya da kendisini o ilişkiyi sürdürmeye mecbur hissediyorsa uzun süre bunun sözünü bile etmeyebilir. Ama ne zaman ki erkek yaşlanır, elden ayaktan düşer, artık çekip gitme ihtimali kalmazsa, geçmişten kalan hesap pusulası önüne uzatılır. Sonrası çirkin bir tablo: Hastalığında bakmaz, her fırsatta başına kakar, bir tabak sıcak yemeği bile çok görebilir. Böyle kesin genellemeler yapmak, eğer insan ilişkileri söz konusuysa, her zaman doğru sonuç vermez diye düşünüyorum.

Evet, kadın hafızası, erkeklerden farklı çalışır, bu nedenle “affetmek” kolay olsa bile “unutmak” o kadar kolay olmayabilir.

Bence sarsılan güveni yeniden sağlamanın ve “unutmanın” yolu, ilişkinin sonraki bölümünün nasıl geliştiği ile ilgili olmalı.

O süreçteki iniş çıkışların yoğunluğu ve yüksekliği bunu belirleyecektir. Ama “unutmayanı” da böyle yargılamak doğru olmaz diye düşünüyorum.

İnsanca davranışlar, insanlara özgüdür ve onların her zaman doğru yapacaklarına ilişkin bir kural yoktur. Filozofun dediği gibi: İnsanım, insanca olan hiçbir şey bana yabancı olamaz!

 

Yalancı ama tadı da başka!

 

KISA tatil için Bodrum’a gelince, arkadaşım Mustafa ile kendi rutinimizi tekrarladık: Şahane bir rüzgâr yakalayıp, teknede iyice gevşedikten sonra sıcak bir duş, Küba’da yemek, Helva’da “The Wall”dan başlayıp, “kahpe kader” ile biten müzik ziyafeti!

Belki “seçici algılama”dan kaynaklanan nedenlerle fark ettim ki aşk şarkılarımızın çoğunda bir “yalancı”dan şikâyet ediliyor.

“Yalancı ama tadı da başka” diyen de var, “Bana yalan söylediler” diye ağlaşan da, “Yalancının birine kapıldı bu gönlüm” diye dizini döven de!

Kişisel görüşüm şu ki “aşk ilişkisi” her şeyi kaldırır ama yalanı kaldırması o kadar kolay olmaz.

Yalan, ihanetin en temel unsurudur çünkü.

Âşık kişi, karşısındakine bütün benliği ile bağlanır. Başkalarında kusur olarak görebileceği şeyleri fark etmez bile. Güzellik-çirkinlik gibi kavramlar tarifini yitirir, akıllılık-aptallık, zenginlik-fakirlik anlamsızlaşır.

Çok güçlü bir çekim duygusu ile sevdiğiniz kadının-erkeğin içine akmak, o kişilik içinde eriyip yok olmak istersiniz.

Yani bir aşk ilişkisinde hâkim olan duygu akıl değildir.

Aklı başa geri getirecek şey yakalanan yalanlardır.

İşte bitiş böyle başlar. Aşk, her şeyi affedebilir ama yalanlarla varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir!